gün ayalı çok olmadan uyandı beomgyu. alarm kursa bile ölsem kalkamam diyeceği bir saatte kalkmıştı ve kara kara düşünüyordu çünkü içerideki L koltukta, yeonjun yatıyordu.
dün geceden sonra o haliyle elbette dışarı çıkmasına izin veremezdi, henüz o kadar vicdansız değildi. üzerine bir örtü örtüp biraz ağladıktan sonra yatağına geçti. sabah olabilecekleri düşününce içine bir öküz oturdu ve söyleyeceği şeyleri düşündü, yaşanabilecek senaryoları aklına kazıdı.
beomgyu, yeonjun konusunda işte böyle saçma sapan bir hassasiyet taşıyordu, bunun kendisi de farkındaydı ancak elinden bir şey gelmiyordu. gece her kalktığında yeonjun'u kontrol etmeye gitmiş, bir eksiği var mı diye gözünü üzerinde tutmuştu.
erken bir saat olmasına rağmen ses yapmaktan çekinmiyordu çünkü yeonjun bir an önce kalksın ve gitsin istiyordu. başka bir durumda, belki de başka hayatlarda olsalardı beomgyu yeonjun'a burada kalması için yalvarır, jaehyun'a gitmemesini söylerdi.
aslında bu zaten birkaç ay önceki beomgyu'nun ta kendisiydi, uzaklara gitmeye gerek yoktu.
mutfakta kendisine su doldururken içerideki hareketlenmelerin farkına varıp yavaş adımlarla gitti oraya doğru. yeonjun uyanmış, ellerini yüzüyle ovuyor ve muhtemelen baş ağrısı yüzünden yaşlı sesleri çıkartıyordu.
beomgyu hiçbir şey yapmadı, öylece orada durup yeonjun'un kendisini fark etmesini bekledi, böylece gitmesi daha kolay olurdu.
çok geç olmadan yeonjun da hareketlenmeye, bir şeyleri fark etmeye başladı. kalktığında kendi yatağından çok farklı bir yerde olduğunu görünce önce kaşlarını kaldırıp indirerek nerede olduğunu algılamaya çalıştı fakat baş ağrısı uzun bir süre müsaade etmedi. ancak beomgyu'u karşısında görünce hatırladı ayaklarının nasıl da ezbere bildiği bu adrese vardığını.
"ben, yanlışlıkla gelmiş olmalıyım. şimdi gideceğim, kusura bakma. dün zorluk çıkarmış olmalıyım." kafasının arkasını kaşırken bir yandan da dağıttığı koltuk örtüsünü toplamaya çalışıyordu aceleyle.
beomgyu gülümsedi hınzırca. "kusura bakma mı dedin? yeonjun, ya da neyse ya."
"ne var beomgyu? özür diledim gideceğim işte. çok istiyorsan teşekkür de edebilirim. teşekkür ederim beni gece kurtlara yem etmediğin için, oldu mu?"
beomgyu'nun yüzündeki sırıtış bir an olsun değişmedi. "teşekkürüne ya da özürüne ihtiyacım yok. şaşkınım sadece, mesajlaşırken rahat rahat atıp tutuyordun, karşında görünce süt dökmüş kedi gibi oluyorsun, gözüme dâhi zorla bakıyorsun. korkak mısın yoksa klavye delikanlısı mı?"
yeonjun, işini bırakıp sinirle beomgyu'ya yaklaştı. "kes sesini. benimle nasıl konuşman gerektiğini öğretecek değilim bu yaştan sonra. ama şansını zorlarsan hiç çekinmem beomgyu."
beomgyu, karşısındaki yabancıya tiksintiyle bakıyordu ve gerçek bir korkak olduğunu düşünmekten geri durmuyordu.
"yalan söyledin." sesi, zorla duyulacak kadar alçaktı.
"ne?"
"sen ve ben, sonsuza kadar. yalancı."
"sevgimin önüne taş koymaya çalışmak yerine saygı duysaydın sen ve ben, sonsuza kadar olurduk. peki sen ne yapmayı tercih ettin? gözümün önünde, sevdiğim adamı benden almaya çalıştın, üstelik foyan ortaya çıkınca da iftiraya sığındın. kimmiş yalancı?"
beomgyu, uzun süredir eğer bir gün olur da yeonjun ile yüzleşirse neler söyleyeceğini düşünmüş ama böyle bir şeyin olmasına fazla ihtimal vermediği için senaryolarını yarıda kesmişti hep. şu an ise, çok ani bir anda bu yüzleşme yaşanıyordu ve beomgyu; tahmin ettiğinden daha sakin, daha cesur ve hatta daha özgüvenliydi.
"şimdi, sen benim, 'hayır, ben yapmadım, yemin ederim, sana asla böyle bir şey yapmam.' deyip ağlamamı bekliyorsun. ama hayır. senin sayende asla birine kendimi kanıtlamam gerekmediğini anladım yeonjun, gerçeği sayende gördüm. teşekkür ederim yani. bu kadar şeyi yaptıktan sonra o piçle mutlu olabileceğini düşünüyorsan ne diyeyim, mutluluklar size. fakat şunu bil ki yaptıkların asla yakandan düşmeyecek."
"beomgyu sana cidden acıyorum." yeonjun da beomgyu gibi şimdi daha rahat ve hatta biraz da kolpadaydı.
"şu eve baksana. aynı, bomboş ev. hiçbir şey değişmemiş, ne bileyim, duvarda senle birinin resmi yok. televizyonda hiçbir güzel film oynamıyor, şu hale bak, güneş bile sevmiyor bu ev. bir de bizim evimizi görsen keşke. her yerde fotoğraflarımız, eşyalarımız... yalnızlıktan kafayı yemiyor musun beomgyu? hani şu çok güvendiğin arkadaşların yok etrafta. sabahtan akşama kadar boş boğazlık etmekten başka işe yaramayan kai'yi de göremedim. o da mı bıraktı seni?"
yeonjun, beomgyu'nun bam telinin ne olduğunu çok iyi biliyor ve çok güzel de basıyordu. fakat zaafları olan tek kişi beomgyu değildi.
"tüh, ben de düşünmüştüm ki jaehyun benim fotoğraflarımı asar. hani çok aşıkmış, tapıyormuş ya bana. üzüldüm şimdi. dur bir saniye, sanki böyle altı ay önce ne demiştin sen? 'jaehyun beni reddetti. seni seviyormuş.' öyle mi demiştin yeonjun?"
yeonjun'un aldığı ve verdiği nefes birbirine fena halde karışıyor, kelimelerini söylemeye dili dönmüyordu. bu sayede beomgyu, amacına ulaştığını hissetti.
"neyse ya. ağzını yüzünü dağıtmadan siktir git şu evden. ben de ne yapayım, her zaman olduğu gibi oturur ve senin bu platonikliğine acırım. bir de belki malum kişi arar falan, bırakmıyor ya peşimi!" gülümsedi beomgyu. asıl acınacak kendisiydi aslında, sanki o yeonjun'dan çok farklıymış gibi konuşuyordu.
yeonjun bir süre hiçbir şey demeyip askıdaki ceketine uzandı. "bu söylediklerine çok pişman olacaksın."
beomgyu, hiç tereddüt etmeden kapıyı yeonjun'un arkasından hızlıca çarptı ve yokluğun sesini dinledi.
birbirlerini gördüğü sürece sürekli kavga edeceklerini ve geçmişten bahsedeceklerini biliyordu beomgyu fakat uzun bir süre bununla yaşamak zorundaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
monochrome diamonds | yeongyu
Fanficbeomgyu: benden bu kadar nefret ettiğini bilmiyordum. yeonjun: bu sadece madalyonun görünen yüzü.