5. BÖLÜM

8 1 7
                                    

 Dün imzayı gördükten sonra John'a söylememeyi tercih ettim. Muhtemelen kağıtların yüzüne hiç bakmamıştı. Daha çok karışıklık çıkmasını istemediğim için de söylemedim. Aslında söyleyerek bir nevi davayı tekrar açabilirdim. Ama rahat olmak için davayı anında bırakan insanlara çalışamaya ihtiyacım yoktu. Bu davayı kendim çözebilirdim. Dün eve geldiğimde biraz düşündükten sonra hemen yattığım için Albert'la hala konuşamamıştım. Neden o kağıdı imzaladığını merak ediyordum.

 Bu saatte uyanmış olduğunu düşünerek odasına gittim. Kapıyı çaldım. Açılmasını beklerken kapının yanındaki tabloyu inceledim. Ahşap çerçeveli bir tabloydu. Kahverengi saçlı ve kehribar gözlü bir kadın resmedilmişti. Kapı gıcırtısıyla beraber dikkatimi kapıya verdim. Kapı yeterince açıldığında önümde dişlerini fırçalayan bir Albert duruyordu. Bu manzara karşısında kıkırdamadan edemedim. Bu kıkırdama karşısında ise Albert bana hafif kızgın bir ifadeyle baktı.

 ''Ne?'' Ardından kapıyı yüzüme kapattı. Yaklaşık bir dakika sonra kapıyı düzgün bir şekilde tekrar açtı. ''Seninle konuşmak istediğim bir konu var da. Onun için geldim.'' Albert yüzüme anlamamış bir surat ifadesiyle bakıyordu. ''Beni içeri almayacak mısın?'' Albert sanki bir ilüzyondan çıkmışçasına başını salladı.

 ''Tabi içeri gel.'' Kapıyı biraz daha aralayınca içeri girdim. ''Bu kadar içeri girmek istediğine göre ciddi bir şey mi konuşacağız?'' Ona doğru döndüm. ''Aslında o kadar da ciddi bir şey değil, sadece bir soru soracağım.'' Albert kapıyı kapattı ve bana doğru bir adım attı. ''Tamam o zaman sorabilirsin.''

 ''Biliyorsun ki ben dün vaka hakkında konuşmak için John'un yanına gittim.'' Bildiğini göstermek için başını salladı. ''Ama gittiğimde vaka için bulduklarımız hakkında konuşamadık. Çünkü birileri vakanın kapanması hakkında olan bir evrak imzalamış. Bu birilerine bakarken içinde senin de olduğunu gördüm. Bunun nedeni nedir acaba?''

 ''Çünkü çoğu kişi imzalamıştı. Sen de dahil. Özellikle de buna şaşırdım. Ben de sana soracaktım neden imzaladığını.'' Cümlenin sonlarına doğru sesi biraz sinirli gibiydi. Eğer gerçekten böyle bir durum olsaydı, yani kendim imza atmama rağmen onun imza atmasına kızsaydım bu hareketine gayet haklı bulurdum. Ama ortada böyle bir şey yoktu.

''Albert, o evrakı ben imzalamadım.''

 Albert yüzüne dehşete düşmüş bir ifade yerleşti. Kendini buna iyi bir şekilde ikna etmişti belli ki. ''O zaman kim imzaladı?'' Küçük bir iç çektim. ''Bunu ben de bilmiyorum, ama birlikte bulabiliriz diye umuyorum.'' Albert'ın eli yüzündeydi. ''Peki tamam. Umarım bu senin beni kışkırttığın yalanlardan biri değildir.'' Ona böyle şeyler bazen söylerdim, bu doğruydu. Ama bazen. Ayrıca böyle ciddi bir şeyde asla şaka yapmazdım. ''Yarın başlıyoruz.'' Albert yüzüme tekrar şaşkınlıkla baktı. ''Böyle bir durumda işi yarına mı erteliyorsun!''

''Sayılır.''

 Başka bir şey söylemeden odadan çıktım. Arkama bakmadım ama Albert'ın bana hala şaşkınlığını bozmadan baktığına emindim. Onun sandığının aksine işi yarına ertelememiştim. Sadece ilk adımı tek başıma yapacaktım. Bunun için arabayla büroya gitmem gerekiyordu. Odadan çıkarken sehpanın üzerinden arabanın anahtarını almıştım, o yüzden bu pek zor olmayacaktı. Sağ taraftaki merdivenlerden aşağı indim ve otoparktan arabayı alıp büroya doğru yola koyuldum.

 Büroya vardığımda kimse neden burada olduğumu sormasın diye görünmemeye çalıştım. Çok kalabalık olur diye asansör yerine merdiveni kullanmayı tercih ettim. İkinci kata, laboratuvarın oraya gitmem gerekiyordu. Laboratuvarın olduğu yerde Jessica'yı aradım. Şuan saat onlar için mola saatiydi ve yeni dinlenmeye çıkmış olmaları gerekiyordu. Yeterince baktığımda aklıma her zaman kahve içtikleri geldi. Geçen yaptığımız partide bile bunun konusu açılmıştı.

 Aşağı kafetaryaya indim. Kafetaryada minik bir mutfak vardı. Bu mutfakta kahvenizi ya da yapmak istediğiniz herhangi bir şeyi kendiniz yapıyordunuz. Eğer bir sorun yaşarsanız da etraftaki insanlardan veya çok sık göremediğiniz görevlilerden yardım alıyordunuz.

 Çoğu kişi molada olduğu için etrafta birçok kişi vardı. Ama Jessica'yı ve arkadaşı Luna'yı bulmak pekte zor olmamıştı. Jessica'nın sarı saçları kumral saçlı insanların arasında yeterince belli oluyordu. Mutfakta kendime bir kahve yapıp yanlarına gittim. Beni ilk fark eden kişi Luna olmuştu. ''Merhaba Thomas Bey.'' Jessica bana yüzünü döndü. ''Merhaba Luna.''

 ''Ne için gelmiştiniz?'' Jessica'ya döndüm. ''Aslında Jessica ile kısa bir konuşma yapmam gerekiyor. Onun için gelmiştim.'' Luna ile Jessica birbirine şaşkın bir şekilde baktı. Sonrasında Jessica kahvesini Luna'nın eline tutuşturdu ve bana döndü. ''Biraz uzakta konuşabilir miyiz?'' Luna bu sözümü duyunca daha da şaşırmış gibi duruyordu. Ama Jessica şaşırsada pek belli etmedi. ''Tabi ki.'' diyerek cevap verdi soruma. İkimizde mutfağın oradaki çöp kutusunun yanına yöneldik. Nedense büroda ciddi şeyler bu çöp kutusunun önünde konuşulurdu. Albert ile bir şeyi konuşmak için buraya getirdiğimde gerçekten burada konuşup konuşup konuşmayacağımızı sormuştu bana. Aslında haklıydı. Sonuçta bir çöp kutusu ne kadar ciddi ya da resmi olabilir?

 ''Ne konuşacağız?'' İlk soruyu Jessica sormuştu ve benim soracağım sorulardan haberi yoktu. ''Bak Jessica senden dürüst olmanı isteyeceğim. Geçen gün DNA sonuçları çıkmıştı ve bu sonuçlarda benim parmak izimden başka bir şey yoktu, değil mi?'' Jessica başını olumlu anlamda salladı. Ben de bir nefes çekerek konuşmayı devam ettirdim. ''Fakat bu imkansız Jessica.'' Jessica anlamamış bir şekilde suratını büzdü. ''Nasıl yani?'' Bunu derken biraz endişeli gibi konuşmuştu. ''Ben tüm vakalarda olay yerini incelerken her zaman eldiven takarım ve bu vakada da olay yerini incelerken eldiven takmayı ihmal etmedim.'' Jessica'nın dili tutulmuş gibiydi. Afallamıştı.

 ''Her ne kadar kabullenemesen de bu doğru Jessica. Ayrıca tecrübeli bir dedektif olarak eldivenin herhangi bir iz bırakmadığını da söyleyebilirim. Bize kağıtları verdiğin zaman hatırlayamasam da şuan eldiven taktığımdan yeterince eminim.'' Jessica bana hala far görmüş tavşan gibi bakıyordu. Şaşırmış gözlerini aymak için elimi salladım. Çizgi filmlerdeki karakterler gibi ayılınca devam ettim. ''Bak Jessica. Eğer kovulmak istemiyorsan ki bu tamamen senin tercihin, bana bunu yapma nedenini söylemen ve gerçek DNA testlerini vermen gerekiyor.'' Aslında bu söylediğim bir nebze yalan sayılırdı. Çünkü her ne kadar bana gerçek sonuçları verse de, neden yaptığını söylese de onun burada kalmasına izin veremezdim. Çünkü bir kere yapan bir daha yapardı.

 ''Size sonuçları asla veremem. Ayrıca bunun nedenini de aynı şekilde.'' Tam kovulma mevzusunu tekrar söyleyecektim ki Jessica kendine kendine bir şey söyledi ve onu duymak için konuşmadım.

''Bunun için yüklü bir miktar para aldım çünkü.''

 Bunun hakkında bir soru soracaktım ama Luna izin vermedi. ''Jessica aramız nerdeyse bitti! Ben gidiyorum!'' Jessica unuttuğu bir şeyi tekrar hatırlamış gibi gözleri büyüdü. ''Bende geliyorum, beni bekle!'' Giderken kulağıma bir şey fısıldadı. Fakat anlamam için fazla hızlı gittiği için ne söylediğini anlamadım. Bana fısıldarken olan ciddi ifadesini Luna'nın yanında bozmuştu. Bundan ancak Luna'nın olanlardan haberdar olmadığını çıkarabilirdim ancak yine de kesin değildi.

 Onlar gidince başka yapabileceğim bir şey olmadığı için kahve bardağını mutfağa bırakıp otoparka gittim. Arabayı çalıştırdım ve otele doğru yol aldım. Yolda yine o inşaat yerindeki posterleri gördüm. Kırmızı ışıkta olduğum için posteri yine biraz inceledim. En sonunda bu tanıdık yüzün kim olduğunu anladım. Hemen telefonumu çıkardım ve posterdeki bilet alma sitesini arattım. Siteye tıklayıp posterdeki tiyatroyu seçtim ve iki kişilik bilet aldım. Ardından Albert'ı aradım. O sırada yeşil ışık yandığı için yola devam ettim. Albert telefonu açtığında telefonumu kulağımla omzumun arasına sıkıştırdım.

''Alo.''

''Thomas umarım bu sabah ki olayı açıklamak için aramışsındır.''

''Hayır onun için aramadım. Yarın saat 13.00'da müsait misin?''

''İmza atan kişiyi mi bulacağız? Müsaitim!''

''Hayır biraz kültürlenmeye gideceğiz.''

Yeni VakaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin