Kapkara bir gökyüzü, renksiz ve tozlu binalar, bozuk yollar, sönük direkler, isimsiz tabelalar, gözlerini açmasıyla beraber karşılaştığı ilk şeydi. Üzerinde uzandığı serin beton sırtından başlayarak tüm bedenini buza çevirmişti. Ağırlaşmış gözlerini anlamsızca etrafında gezdirdi. Burası yabancıydı. Ellerine, ayaklarına baktı, tüm renkler gitmişti. Derin nefesler almaya çalışırken burun deliklerine dolan tanıdık bir koku fark etti, bu duman kokusuydu. Şehir sessizliğini koruyordu. Ne trafik sesi, ne kalabalığın sesi, ne de dükkânlardan gelen müziklerin sesi vardı etrafta. Sokaklar o kadar sessizdi ki saçlarından teğet geçen rüzgârın sesini bile net bir şekilde duyabiliyordu. Doğrulup neler olduğunu anlamaya çalıştı. Binaların hepsi terk edilmiş gibiydi, kimisinin cam parçaları yollara yatmış, kimisi yağmalanmış, kimisinin duvarları yıkılmış, kimisinin ise eşyaları, hiçbir değeri, anısı yokmuşçasına kapının önüne bırakılmıştı. Ara sokaklardan birinde duran eski koltuk ve birkaç kırık dolap parçasına baktı. Onları gelip alabilecek insanlar olduğunu sanmıyordu. Şehrin boş olması bir yana, bu hâliyle anca sokaklarda başıboş gezen evsizlerin yatacak yeri olurdu bu eşyalar. Hafif bir esinti, küçük kâğıt parçalarını yol kenarlarında bırakılmış eski parçalanmış arabaların önünden uçurdu. Tuhaf hissetti, sanki buraya daha önceden gelmiş gibi. Ürpertici bir nostalji onu geçmişiyle kısa bir yolculuğa çıkardı. Binaların yanında sıralanmış boş dükkânlar, yıllar önce buradan giden sahiplerinin yasını tutuyordu. Yavaşça ayağa kalktı ve ellerini üzerinde gezdirerek kıyafetlerine bulaşmış tozları havalandırdı. Hava her zaman olduğundan daha basıktı. Ayakları, onu taşıyamayacak kadar yorgun hissediyorlardı kendini. Uzun süre betonda yattığından olmuş olacak ki sırtında berbat bir ağrı vardı.
"Burası da neresi?"
Diye geçirdi içinden tekrar. Ne yapacağını bilmiyordu veya nereye gideceğini. Buradan çıkmanın bir yolu var mıydı? Önündeki upuzun yolda adımlar atmaya başladı. Attığı her adımda, ayaklarının altından çıkan ses binalara çarparak kendisine geri dönüyordu.
Bilinmezliğin içine doğru yürürken dakikalar yollar gibi sonsuzluğa aktı. Bunun hiçbir anlamı yoktu. Düşünmeden, sadece ayaklarının onu götürdüğü rotayı izliyordu. Kendini bir döngünün içindeymiş gibi hissetmeye başlamıştı ki döndüğü köşeyle beraber önüne çıkan şey ile duraksadı. Gözlerini dikip dikkatli baktığında bunun bir duvar yazısı olduğunu gördü.
"Birini mi arıyorsun?"
Yazıyordu eski duvarda. Bu eskiden şehirde yaşayanların yaptığı bir şey olmalı diye düşündüğünden umursamadı ve arkasını dönerek ters istikamete doğru yürümeye başladı. Ayağının önüne gelen plastik şişeyi yol boyunca tekmelerken gördüğü şeyle bir anda irkildi. Gözleri, yolun kenarındaki küçük tabelaya kaymıştı. Tabelayı ilk gördüğünde üzeri boştu, herhangi bir yazı yoktu.
Ama yeninden baktığında onu görmüştü.
"Birini mi arıyorsun?"
Göz bebekleri saniyeler içinde büyürken korkuyla geriledi. Burada yalnız olduğunu düşünmüştü. Sessizlik ona hiç olmadığı kadar gergin hissettirmeye başladı. Bu denli sessizliğin içinde birinin ona fark ettirmeden yaklaşması imkânsızdı. Peki ya duvar yazısı? Aklından bir sürü düşünce geçiyordu ama hiçbiri mantık çerçevesinde değildi. Tüm gücüyle koşmaya başladı. Nereye gittiği umurunda değildi, tek düşünebildiği oradan uzaklaşmaktı. Yüzüne tokat gibi vuran soğuğa rağmen boynundan akan terleri hissedebiliyordu.