Kapıdaki perdenin ardından dışarıya bakıyorum. Genç oğlan yaprakları dökülen çiçeği burnuna götürüyor, boştaki elini salıncağın minderine bastırarak kendini sessizce sallandırıyor. Çiçekten bir nefes çekiyor ve gövdesini hafifçe eğerek onu ait olduğu toprağa bırakıyor. Ağaçlardan koro hâlinde yükselen gece seslerini ve onların arasında güçlükle sesini duyurmaya çalışan kuş cıvıltılarını duyabiliyorum. Kararmaya başlayan gökyüzü ve renklerini alıp götürdüğü solgun bahçe onu adeta bir melek gibi öne çıkarıyor. Ama bana göre onun buna ihtiyacı yok, hafifçe gülümsemesi dahi yeter bana meleğim olması için. El uzatılmamış kalbi bir güneş kadar parlak. Zayıf bedeni beyaz geceliğinin içinde kaybolmuş, geceliğin ince nakışlı kolları bileğinin altından sarkıyor. Ona sahip olmak Tanrı'nın bana bir lütfu değil de ne? Dalgalı kumral saçları, ağaçlardan teğet geçen sakin meltemin etkisiyle uçuşmakta. Narin parmaklarını çenesine yaslayarak yumuşak yüz hatlarını gizliyor. Yüzüne baktığımda gördüğüm şey leke ve sivilcelerin ardına saklanmış bir güzellik, gençliğin masumluğunu taşıyan. Gözleri benimkilerle buluşunca dudağının kenarında küçük çukurlar oluşuyor ve kızarmış, pütürlü yanakları bombeleşiyor. Bu tatlı reaksiyonlar kalbimi harekete geçirerek karnımı içeri doğru çekiyor, fark edilmekle edilmemek arasında kalmak tüylerimi ürpertiyor. Perdenin arkasından çıkıp dışarıya adımımı attığımda burnuma doluşan yasemin kokusuyla ilkbaharda olduğumu hatırlıyorum. Mart ayının gelmesi yaşlı ağaçlara sözünü geçirememiş gibi. Yıllarını gökyüzüne tırmanmaya harcamış, kabukları bir bir dökülen servi ağacı, baharın coşkusuyla yeşeren diğer ağaçlara küsmüş, yaşamının bir balta darbesine bağlı olduğunu bilmesine rağmen suskunluğunu koruyor. Bahçenin paslı demirlerini sarmış kambur çiçekler ağlamaktan yorulmuş ve kurumaya yüz tutmuş.
Onun gülümsemesi bana baharın coşkusunu hatırlatan tek şey. Onun yanındayken her gün bahar benim için, ister zorlu geçsin ister kötü bitsin. Ela gözleriyle bana baktığında yüreğimde yeni bir tohum filizleniyor. Hislerime o kadar kendimi kaptırıyorum ki dış dünyada baharın geldiğini fark etmek zor, bu bahçe benimle onu arasında olan ayrı bir dünya. Üzerine basılmaktan yere yatmış çiçekler toprağa karışmış, bastığım yerden başlayıp onun bulunduğu salıncakta biten küçük, topraktan bir yol oluşturuyor. Ölü doğa, hâlâ olgunlaşmakta olan duygularımızı birleştirmemiz için bize tatlı bir jest yapıyor.
Onca çiçeği bir arada tutmaktan yorulmuş olmalı toprak, çamurlaşmış ve cansız. Ölürken beraberinde bahçedeki canlı ağaçlar ve çiçekleri sürüklüyor, onların ruhlarını emiyor yavaşça. Hepimiz bir gün öleceğiz, belki bugün belki de yarın. Hür yaşamımız, toprağın bize ait olduğumuz yeri hatırlatmasına kadar sürecek. Bizler ölümün köleleriyiz, tek yaptığımız o bizi yakalamadan önce özgürlüğümüzü bıkana kadar yaşamak. O bizi alıp götürdüğünde tüm yaşamımız birer fotoğraftan, birer yazıdan, insanlara yaptığımız her bir iyilik veya kötülükten, boş bir evden, belki de bir insana olan sevgimizden ibaret kalacak. Bu anlamsızlığı anlamlı kılan da bu değil midir zaten? Küçük hayatlar, bizler koca bir evrende yaşayan küçük hayatlarız.
Daha on beşimde öleceğimi öğrendiğimde göz yaşlarına boğulduğumu hatırlıyorum, tanrıya haykırdım beni neden böyle bir şeyle sınadığına dair. Ama kurumuş çiçekleri görünce anlıyorum, belki de olması gereken budur. Ölümle savaşamıyorum. Yapabileceğim tek şey sevdiğim insanlara iyi bir miras bırakmak. Aileme sürekli veda ediyorum ki ben öldüğümde vedalaşamadan ayrıldığımızı söyleyemesinler. Meleğime hislerimi açacağım, ölmeden önce ona kalbimden bir parça bırakacağım. Bom boş geçen on beş yılımın ardından geri de bıraktığım şey onunla olan hikâyem olsun istiyorum. Yüzündeki o tatlı tebessümü hiç unutmamak üzere kalbime kazıyacağım.
Hislerimi içimde tutarak yorganlara sarıldığım onca geceden sonra ilk defa onu yatılıya davet ettim, bu dün geceydi. Daha önce heyecandan kalbimin hiç bu kadar ağrıdığını, gülümsemekten yanaklarımın hiç bu kadar acıdığını hatırlamıyorum. Yerde karşılıklı uzanırken gözlerimi ondan bir saniye bile ayırmadım. Ondan hoşlandığımı söylemeden anlamasını istiyordum ama ikimizde suskunduk. Ne o konuştu ne de ben. Göz kapakları gidip gelemeye başlayınca koluma yatmasına izin verdim. Tüm geceyi onu izleyerek ve kokusunu içime geçerek geçirdim. Pencereden giren serin rüzgârlar onunla benim arama giremezdi. Onun yanında bir rüyadaydım, bir bahar ayında.