Seni, anlatabilmek seni.

85 31 16
                                    

Regulus, gecenin bir yarısı ahşap masadaki loş mum ışığından başka aydınlanacak bir şey olmamasına özen göstererek masaya yerleşti. Barty'nin uykusu ağırdı ama yine de tedbirli olmakta fayda olduğunu düşünüyordu. Mürekkep, tüy kalem ve Barty'nin günlüğünü -aynı odayı paylaştıkları göz önüne alınırsa bulması çok kolay olmuştu- hazır ettikten sonra yanlarına su bardağını da dahil etmenin iyi bir fikir olacağını düşündü.

Korkuyordu, vazgeçmekten de vazgeçmemekten de çok korkuyordu. Endişeliydi, boğuluyordu. Düşünce denizinde boğulan birini bir bardak su kurtarabilir miydi emin değildi. Yine de denemekten zarar gelmezdi.

Zihnini uyuşturacak bir şeyler istemiyordu, son derece ayık olmak ve her satırı tüm benliğiyle hissetmek istiyordu. Olacaklar için de ayık bir zihne ihtiyacı vardı, o zeki bir büyücüydü ve zekasını köreltecek her türlü şeyden kaçınmalıydı. Aşk da dahil, ona böyle öğretilmişti. Mantık evliliği yapıp Orion'un uygun olduğunu düşündüğü bir kızla bir ömür geçirmeliydi ve bir -belki daha fazla- erkek çocuğu dünyaya getirip babasını gururlandırmalıydı, öyle değil mi?

Ama aşka yenildi. Yenilgilerin en beteriydi bu.

Kadere de yenildi, yazgısına sahip çıkarak ve tekrar, bu sefer kendi vicdanının sesine itaat etmek zorunda olarak gidecekti o mağaraya.

Kendi doğrularına ve sahip çıkacaktı, aynı aşkına sahip çıktığı gibi, sonucu ne olursa olsun.

Gecenin bir saatinde burada oturma sebebi de buydu işte. Vakit kaybetme lüksü olmadığından suyunu da alıp masaya doğru yol aldı, düşüncelerini toparlamak için kendine birkaç dakika vermesi gerekti çünkü nereden başlayacağı hakkında hiçbir fikri yoktu. Ne kadar geriden başlamalıydı sahi?

Dünya üzerinden silinip gitmeden önce bırakacağı son şey buysa eğer, insan biraz daha özen göstermeliydi öyle değil mi?

Özen göstermek istemiyordu.

Kendisinin değil, aşkının silinmemesi içindi bu çaba ve veda edememenin vicdan azabını yatıştırmanın iyi bir yoluydu belki de. Hem yazmakta o kadar da kötü değildi, kendi günlüğü bir yığın gereksiz sözcük ve metaforla doluydu. Zihnindeki karmaşayı yazıya dökerek kendine biraz alan açılmasını sağlıyordu.

Tüy kalemini mürekkep şişesine batırmadan önce düşündüğü son şeydi bunlar.

"Bunlar son satırlarım, bunun son derece bilincindeyim, bu sebeple elimden geldiğince uzun yazmak istiyorum, çünkü... Ölümden korkmadığımı sanma, biraz korkuyorum, evet... Hiçbir zaman ağabeyim Sirius kadar cesur olamadım, belki de bu yüzden beni sevmemiştir, biliyorum her zaman "göt herifin teki" olduğu için böyle davrandığını söylüyordun ama eski bir alışkanlık olarak kendimi suçlamadan edemiyorum, her neyse.

Ama beni de anlamalısın, Koca bir hiçlik kimi korkutmaz ki?"

Yazdıklarının anlaşılır olmasına gayret etmesine rağmen birbirine karışan cümleleri görmezden gelerek "Ve sensizlik" diye geçirdi aklından ama şimdiden duygusallaşmak iyi olmazdı. Bu yüzden bunu bir kenara bırakarak yazmaya geri döndü.

"Konumuza dönelim... Bana dünyada cenneti -eğer öyle bir yer varsa tabii, yoksa bile seninle buldum- yaşatan bütün güzel anlarımızı unutulmamaları ve her daim somut bir şekilde var olabilmeleri için buraya hapsedeceğim. Sonuna kadar okuyacağına olan güvenim tam değil ama lütfen oku.

Başlamadan önce sana söyleyecek birkaç cümlem var: Affet beni. Sana karşı koyamadığım için, yarım kalacak bir aşka başlamayı seçip ikimize de bunu yaşatmak zorunda olduğum için...

Hayatta, o mağaraya gidecek olmak dahil hiçbir kararımdan pişmanlık duymadım. Astronomi kulesinde seni ilk kez öptüğümde de, yatakhanede yalnız kaldığımızda paylaştığımız anlarda da, dans ettiğimiz o unutulmaz gece ve daha sayamayacağım birçok anda aklım tamamen yerindeydi ve seni temin ederim ki hiçbirinden pişman olmadım.

Seni en başından söneceği belli olan bir aşk alevinin içine atmaktan bile...

Ama bilirsin, bazı seçimler yapmak gerekir ve bazen bize bir seçimi bile layık görmez ya bu hayat.

Aynı birbirimize aşık olmamız gibi bunu da yapmak zorundayım, bu kaçınılmaz bir son. Biliyorsun, karanlığa alışkınım ama yıllardır sensiz tek günüm geçmemişken yalnız kalacak olmak da korkutuyor beni."

Tüy kalemin ucunu tekrar mürekkebe batırırken dolmaya başlayan gözlerine sinirlendi Regulus. Henüz hiçbir şey anlatmamışken böyleyse devamını nasıl getireceğini bilmiyordu çünkü vakti yoktu.

Zaman denen acımasız kavram herkesi ipe bağlı kuklalar gibi oynatıyordu ve bu his çok tanıdıktı. Zaman her daim acıtırdı, o kuklalara bağlı olan ipler her zaman size dolanıp canınızı acıtır, yaralardı.

Zihnindekileri toparlamak için derin bir nefes aldı, Regulus. Arkasındaki yatağa kıvrılmış, ateş kenarında duran bir kedi kadar huzurlu şekilde uyuyan Barty'i izledi bir süre.

Kendini bildi bileli romantik bir ruh olmuştu ama hiç kimseyi onun kadar sevmemişti. İnsanın kalbinden taşan şeyleri haykıramaması ne acı, diye düşündü; Şimdi haykıramadıklarımda boğuluyorum. Belki hayırsa şehir lavlarla dolacağından haykıramıyordu. Düşünceleri sapıp duruyor, kendi zihni üzerinde bile kontrol sağlaması zorlaşıyordu.

Tüy kaleminin ucunu bir kez daha yıpranmış sayfalarla buluşturdu.

"Lafı daha fazla dolandırmayıp esas konuya geliyorum. Hazırsan her bir saniyesi ilk gün gibi aklımda olan o anları, eksiksiz, hatta muhtemelen farkına bile varmadığın detaylarla birlikte satırlarıma ve tabii günlüğüne mahkum etmeye başlıyorum."

Zehirli Ruhlar Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin