Selam aşklarımm, önceki bölümün ardından çok istendiği için ikinci bölümü yazıyorummmm, umarım beğenirsiniz 💕💕 (medya Masal'ın annesi)
———————
Donuk gözlerle aynada kendime bakıyordum. Sabahın köründe uyanmıştım. Babamın verdiği ultimatomdan sonra düşüncelerimin arasında kaybolmuşken adeta bayılmıştım. Sabah uyandığımda ise aklımda tek bir fikir vardı, artık bir şeyler değişmişti ve benim buna göre aksiyon almam gerekiyordu. Babam azim, hırs, başarı gibi, düşük ekonomik gelir düzeyine ait kavramları benim hayatıma sokmaya çalışıyordu. Madem öyle ben de dişimi sıkacaktım. Ruhumu ortaya koyacaktım. Savaşacaktım. Bugün okula gidecektim.
Türkiye'nin en iyi üniversitelerinden birinde babam parayı bastığı için okuyabiliyordum. Zengin bebelerin skandallarıyla sık sık gündeme gelen okulum, kimileri için parlak bir geleceğin anahtarıydı. Neyse ki böyle bir derdim yoktu, babam bana o geleceği zaten satın almıştı.
Sarı saçlarımı dalgın dalgın tararken odaya annem girdi. Zarif adımlarla yanıma geldi ve elimden fırçayı alıp saçlarımı taramaya başladı. Yaptırdığı yüz gerdirme operasyonları ve gençlik aşıları sayesinde hala hoş görünüyordu. Parlak sarı saçları ve çakmak çakmak, fettan mavi gözleriyle epey dikkat çekici bir kadındı. Saç renginin doğal olduğunu, Balkan göçmeni olduğunu iddia ederdi. Halbuki annem Samsunluydu. Annemin etnisitesi şüpheli olsa da babamın gen havuzundaki çirkinlikten beni koruduğu için ona minnettardım.
"Masal'cığım neden bu kadar erken kalktın bu sabah?" Diye sordu annem.
"Okula gidiyorum anne."
"Allah allah, nereden çıktı?"
"Ay bilmiyorum babamın saçma sapan işleri işte."
Annem şuh bir kahkaha patlattı:
"Gitmişken etrafına iyice bir bakın, sizin okulda ne efendi ne hoş çocuklar var." Dedi.
Annem deyim yerindeyse şeytan gibi bir şeydi. İnsanı sulu götürür susuz getirirdi. Yirmili yaşlarının başında babamı gözüne kestirmiş, tez vakitte nikah masasına oturtmuştu. Şimdi aynı performansı benden bekliyordu.
"Ya ama anne ben okula gitmek istemiyorum ki!" Diye sızlandım.
"Çocuklaşma Masal, altı üstü gidip kafeteryada birkaç saat oturacaksın. Ay fena mı hem havan değişir. Şu saçlarına da bakım yaptıralım, uçları çok kurumuş."
"Ya ama anne babam koruma..."
"Neyse tatlım, çok acele işlerim var, şimdi çıkmam gerek." Diyip yanağımdan öptü ve odayı hızlıca terk etti. Derin bir iç geçirip evden çıkmak üzere ayağa kalktım.
Okula vardığımda iktisadi idari bilimler fakültesinin önüne gittim. İşletme okuyordum. Çoğu dersten kalmıştım. İşletme bölümüne tutkuyla bağlı falan değildim zaten. Tercih döneminde bana pek fikrim sorulmamıştı, ben de babamın ek kartını kullanabildiğim sürece çok da sallamamıştım.
Bölümden birkaç arkadaşımı gördüğümde yanlarına gittim. En az benim kadar konuyla alakasızlardı. Birlikte dersi mi eksek diye bir konu açsam kesinlikle onaylarlardı. Bütün bu derin düşüncelerimden ani bir sesle sıyrıldım:
"Emine?"
Allah'ım inşallah biri bana seslenmiyordur. Allah'ım nolur.
"Emine Sabunoğlu??"
Hemen başımı eğdim ve kıyafetimi çekiştirerek orda yokmuşum gibi davranmaya başladım. Gerizekalı ya. Anandır Emine. Emineler kovalasın seni salak mal.
"Emine dalga mı geçiyorsun sana sesleniyorum!"
Hiç bozuntuya vermeden önüme bakmayı sürdürdüm. Çok zorlarsa bayılma numarası yapmaya karar vermiştim. Arkadaşlarımdan biri:
"Masal şu adam sana mı sesleniyor?" Diye sordu.
"Aşkım ne alaka hiç öyle bir şey yok. Ayy benim bi asistanla görüşmem gerekiyordu şimdi hatırladım. Gidip onu bulayım, sonra tekrar yakalarım sizi." Dedim.
Sessizce minik minik yürümeye başladım. Kendimi tuvalete kapatacak kadar ilerleyebilsem yeterdi.
Tam o anda bir el kolumu tuttu ve bana seslenen kişinin hemen arkamda olduğunu anladım. Bu kadarı çok fazlaydı. Şimdi onu paralayacaktım.
Hışımla arkamı döndüm ve bağırdım:
"YA NE VAR BE..."
Cümlem ağzımda tıkılı kalmıştı. Karşımda onu görmeyi hiç beklemiyordum. O an sanki zaman durdu ve on yıl öncesine gittim.
Geçmiş gözlerimin önünde bir film sahnesi gibiydi. Dantelli, beyaz elbisesi, sarı saçları ve pembe minik ayakkabılarıyla kocaman, oyuncaklarla dolu bir odanın ortasında oturan küçük kızı gördüm. Hiçbir oyuncak ilgisini çekmiyor gibiydi. Çok güzel bir kız çocuğuydu. Ama yüzü hiç gülmüyordu.
Küçük kız ayağa kalktı pencereye doğru yürüdü. Parmaklarının ucunda yükselerek evlerinin arka bahçesine baktı. Orada babası birileriyle konuşuyordu. Yaşlı bir adam vardı, yanında da on beş-on altı yaşlarında bir çocuk. Çocuk durgun görünüyordu, dalgalı siyah saçları, ince bir yapısı, uzun boyu vardı.
Aynı çocuk şimdi yine karşımdaydı. Dalgalı siyah saçlarıyla, aynı siyah gözlerle.
Ne ateş vardı ne de duman ama alevler tutuşmuştu, Masal Sabunsoy da yanıyordu.
YOU ARE READING
Belalı Korumam (Zoraki)
HumorO siyahtı ben beyaz... O karanlıktı ben ışık... Aramızda kavramsal, felsefi ve sınıfsal farklar vardı. Yine de tek bir şey biliyordum, o da onu istediğimdi.