Kapımızı çalan adam ile irkildim, bize bir virüsün ortaya çıktığını ve bu yüzden evimizden çıkmamamız gerektiğini söylüyordu. Çok tedirgin olmuştuk ve ortam çok huzursuzdu. Hemen odama koştum, yatağıma yattım ve kendimi bu rüyanın içinden çekip çıkarmak istedim, ne yazık ki bu imkansızdı.
Hâlâ bu korkunç durumun içerisindeydim. Tüylerim diken diken olmuştu, titriyordum, yerin dibine girmek, hiç doğmamış olmak istiyordum. Ne yazık ki isteklerimin hiç biri olmamıştı o anda. Korku doluyduk, hatta dolup taşıyorduk. Bu adam sarhoş muydu, bir kamera şakadı mıydı, yoksa gerçekten bir devlet memuru muydu? Bilmiyorduk. Hiç bir şeyi bilmiyorduk. O anda beynimizdeki bütün hücreler yok oldu.
Yok olduk. Birlikte yok olduk, birlikte yine var olduk ve sorduk; Bu bir şaka mı? Ağzımızdan tek çıkan şey buydu, "Bu bir şaka mı?"
"Üzgünüm ama bu bir şaka değil, birazdan haberlerde virüsün belirtileri gösterilecek, iyi günler dilerim." Adam gider gitmez salona koştuk ve haberleri izlemeye başladık. Korku içindeydik, "ya çok kötüyse?" diye düşünüyorduk. Belki çok bulaşıcıydı, belki belirtileri kötüydü, belki de ölüm riski vardı. Bunların her birini birazdan televizyondan öğrenecektik. On üç dakika sonra belirtileri okumaya başladılar; ilk belirti istemsizce ve kendine karşı koyamayarak gülümsemek, ikinci belirti olmayan şeyler görmek hatta onlarla konuşmak, üçüncü belirti delirmek, çıldırmak, bağırmak ve kendini kaybetmek.
Bunları duyunca daha çok korktuk, panik olduk. Çok ürkünçtü. Hiçbirimiz konuşmadık, ağızlarımız bantlanmış gibiydik, üçümüz de konuşmak istiyor ama konuşamıyorduk. Babam en sakinimizdi, bize hemen bir papatya çayı yaptı ve bizi sakinleştirdi. Çaydan sonra biraz konuşabiliyorduk, iyi gelmişti.
"Ne yapıcaz?" diye sordu annem babama. "Işıl'ın güvenliği en önemli olan şey." diye cevapladı babam. O an yüzüme bir gülümseme geldi, ama ne yaptığımı fark edip hemen kendimi düzelttim. Titredim, bu bir belirtiydi, yindede annem ve babama söylemedim.Televizyon seyretmeye devam ediyorduk, ölü sayıları çıkmaya başlamıştı bile. Bin, iki bin, üç bin...
"Bize birşey olmayacak!" diye bağırdım aniden, annemler bana gurur ve aynı zamanda korku dolu bir yüzle bakıyorlardı. Sanırım deliriyordum...Bir saat geçti, sonra iki, sonra üç, sonra dört... Sema'ya mesaj attım, cevap vermedi. Sonra bir daha attım, bir daha, bir daha ve bir daha. Saniyeler dakikaları, dakikalar saatleri kovalarken bir anda anladım ne olduğunu, Sema'ya bir şey olmuştu. Tam o anda herşeyi ve herkesi unutup ağlamaya başladım, ağladım, ağladım ve tekrar ağladım. Sema benim en yakın arkadaşımdı, onsuz ne yapabilirdim? Saatler yine geçti ve gece oldu, gece sabah oldu, sabah öğlen oldu, ama ben hâlâ ağlıyordum. Annem odama girdi ve yemek vakti olduğunu söyledi, yemek yemek istemiyordum ama Sema eğer burada olsaydı yemek yememi isterdi bu yüzden onun için yedim.
Yemekten sonra yine birlikte televizyon seyrediyorduk, annemin gülümsediğini gördüm. "Anne? İyi misin?" dedim titreyen sesimle. "Kendimi durduramıyorum.." dedi annem, ağlıyordu, çok korkmuştu. "Işıl annen artık bizimle kalamaz, onu yatak odasına götüreceğim sen sakın annene yaklaşma." dedi babam. Annemi odasına götürüp içeri kitledi, ağladığını gördüm, kapının önünde yere yığıldı, ağladı. Karısını, biricik eşini, hayat amacını, sevgilisini kaybedeceğini düşündü. Bende ağlıyordum, annemi kaybedemezdim. Ama şunu biliyordum, kaybedecektim, kaybedecektik.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölümcül Bir Hastalık
Teen FictionIşıl ve ailesi bu tedavisiz hastalıkla başa çıkabilecek mi?