Belli ki uyku düzenim çok bozuk. Yoksa neden gecenin bu saatinde uykum bölünsün? Bir süre yataktan çıkmazsam belki uyurum. Gerçi zaten düşüncelerimden sıyrılıp zar zor uyumuştum. En son yazdıklarımdan sonra hala kazayı düşünüyorum. Toprağı kaldırdım kalbimden, sonra gördüm, kalbim hala kanıyor. Canım yanıyor hala. Dinmiyor, gözlerimin önünden gitmiyor.
Yatakta oturur pozisyona geçtim. Hava karanlıktı ama sokak lambasının ışığı odama da uğruyordu. O yüzden azda olsun görebiliyorum odanın içini. Her yer dağınık. Ne oldu da bu kadar dağıldı acaba?.. ha! Doğruya ben yaptım! Sabahleyin toplamak zorunda kalayım diye dağıttım -yoksa başka bir sebep yok yani- .
Oda soğuk olsada sıcacık yatağımdan kalktım. Yerde donuk gülümsemeler ile dolu olan fotoğrafların üstüne basmamaya dikkat ederek duvardaki tuşa basıp soluk ışığı yaktım. Sonra yere oturup yatağa yaslandım. Elime bir fotoğraf aldım. 'O' da var bu resimde. Mutluymuş gibi görünüyor. Artık ondan da şüphe ediyorum. Bunca yıl geçtikten sonra farkına vardım, sormam gereken asıl sorunun. Gerçekten sevmiş miydi yoksa bu imkansıza duyulan bir takıntı mıydı? Şüphe ettiğim şey buydu. Emin olmama sebebim buydu.
Düşünmekten gerçekten yoruldum. Fotoğrafı çalışma masasımın üstüne koydum. Sonra elime bir çöp poşeti alıp kalan bütün fotoğrafları içine doldurdum. Üstümü değiştirdiğim sırada pofuduk tembel kediciğim, Marul kafasını kaldırıp küçük mırlama sesleri çıkardı. -evet kedim ile uyuyorum ve evet kedim var- Marul yataktan atlayıp yanıma geldi. Kuyruğunu bacağıma sardı. Marul git başımdan, diye mırıldandım. O zaten anlardı yanıma yaklaşmaması gereken zamanı. Kıyafetlerimi değiştirmeden önce aynaya baktım. Saçım başım dağınık, yüzüm berbat, gözlerimin altı mor. Çalışma masama oturdum. Aynaya baktım. Acıdım kendime doğrusu. Cildimin ne suçu vardı bütün bu olanlarda. Yazıktı ona da. Elim makyaj ürünlerinin olduğu çekmeceye gitti. Utanırım böyle dışarı çıkmaya. Evet, kimseye kendimi sevdirmek gibi bir talebim yok ama insan aynada kendini böyle görünce kalbi sıkışıyor. Annem burada olsaydı çok korkardı. Ölü gibi görünüyorum çünkü. Ama pis bir ölü. Yıkanmamış bir ölü gibi. Dünya pisliklerinden arınamamış bir ölü gibi. Belkide ölüler günahlarını kapatıcı ile saklayamazdı ama ben diriydim, cildimin lekelerini kapatıcı ile kapatabilirdim.
Çok detay verip aklınızı karıştırmak istemiyorum. Kısaca gerçek yüzümün üstüne bir maske çizdim sonra pijamalarımı değiştirdim, kabanımı giydim ve poşeti alıp evden çıktım. Bütün işlemler boyunca Marul beni takip etmişti. Kapıdan çıkarken gelmeyi deneyecekti ama soğuk havayı hissedince geri çekildi.
Apartmanda ses yapmamaya dikkat ederek kendimi sokağa attım. Hava sisli ama göz gözü göremeyecek derecede değil. Bir elim poşeti tutarken diğer elim sıkı sıkı cebimde anahtarımı tutmuş yürüyorum. Kar yağmış bir kaç saat önce ben uyurken. Kimse basmamış henüz üstüne. Sarı sokak lambaları henüz yıpranmamış kar tanelerini patlatıyor önümde. Böyle bir manzara olunca önümde ister istemez hoşuma gitti. Nede olsa ay tepede yıldızlar parlamıyor ama olsun, ay tek başına bile o kadar güzel ki. Bugün ilk dördün var. Ayın diğer yarısı karanlık.
Arka mahalleye kadar sessiz ve keyifli bir yürüyüş oldu ama... Mahallenin başına gelince geçen hafta canlandı gözümde. Şakaklarımdan birinde sigarasını söndüren adam ile burada karşılaşmıştım. Gerçi bir daha karşılaşmadık ama... Her neyse bunu düşünmeye gerek yok. Nede olsa geçti gitti değil mi? Yanık izi bile neredeyse yüzümden kayboldu. Keşke biraz daha uzun konuşma fırsatımız olsaydı. Belki iyi gelirdi.
Çöpe doğru adımlar atmaya devam ettim. Hiç düşünmeden fotoğraflar ile dolu olan koca poşeti çöpe attığım sırada soğuk havanın temiz kokusunu sıcak dumanın kirli kokusu kirletti. Bu tanıdık koku içimde bir hissi uyandırdı ve bu his zihnimde birini hatırlattı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kimsesiz ve Gereksiz
RandomHikaye ana karakterimizin sıradan ve hiç bir anormallik göstermeyen günlerinin ardında gizlenmiş derin geçmiş bir yarayı ele alıyor