Dışarıdaki kuşların cıvıl,cıvıl ötmesi ile güne uyandım. Bugün hava her zamankinden güneşliydi. Yataktan hiç kalkmak istemesemde zorundaydım. Çünkü mesleğim doktorluktu,yani asistan doktor. Kardeşim ile aynı odada kalıyorduk, ben işe hazırlanırken o okula hazırlanıyordu. Ben uyandığımda, Ecrin çoktan kalkıp kahvaltısını etmişti. Bende yataktan ayrılarak, kahvaltıya geçtim...
Kahvaltı her zamankinden daha soğuktu. Annem her zamanki gibi elinde bir sigara ile geziyor, Babam ise her zamanki gibi kumara gidiyordu. Bu soğuk kahvaltıda iştahım kapandığı için odaya geçip hastane için hazırlandım. Bugün nöbet olduğu için yanıma sıkılmayayım diye bir BEYZA ALKOÇ kitabı aldım ve dışarı çıktım...
Sanki o kahvaltıdaki soğukluk dışarıya da vurmuştu. Artık Güneş uyandığım ki gibi sıcak değil gibiydi. Ya da bu soğuk aileden ben güneşe negatif enerji verdiğim için bana öyle geliyordu. Gerçi biz hiçbir zaman aile olmadık ki...
Beni hastaneye götürecek olan otobüs geldiğinde içimde bir burukluk vardı, nedenini bende anlamamıştım. Otobüse bineyim mi binmeyim mi konusunda kararsızdım. Otobüsteki şoför ise "hadi be senimi bekliycez burda" diyerek beni azarlıyordu. Otobüsteki yolcular ise bana ters, ters bakıp gülüyorlardı. Onların gülme sesinden iğrendiğim için Otobüsteki şoföre "hayır, binmiycem kusura bakmayın sizide yolunuzdan alı koydum" adam ise bana sert bir bakış atarak "hey allahım yarabbim" diyerek duraktan uzaklaştı...
Kendimi bir an nefret edilen bir insan zannettim. Daha benden nefret eden insanlar varken ailem olacak varlıklar,benden nasıl nefret etmesinler ki. Bir an gözümden yaş geldi. Ve bu istemsizce olmuştu...
Ve daha istemsizce olsa bile yaptığım birçok şeyde vardı mesela ortada hiçbir şey yokken sinirlenmek, veya hicbirşey yokken ağlamak ve benzeri şeyler. Hepsi istemsizce oluyordu, hepsi...
Yanağımdaki göz yaşını silerek çantamda bulunan kulaklığı çıkararak mavi gri-altüst olmuşum dinleyerek bir yandan şarkıya eşlik ediyor,bir yandanda hastanenin yolunu tutuyordum...
Sanki şarkı dinlemek tüm yaralarımı sarıyormuş gibisine geliyordu. Kimse olmadığı zamanlarda ,ki bugüne kadar hep yalnız bir çocuktum, sürekli olarak şarkılara sığınırdım. Çünkü onlar güvenebileceğim tek şeylerdi...
Hastaneye geldikten sonra asistan odasına geçerek, scrops ve önlüğümü giyerek hastaneyi dolaşmaya başladım. Artık bu hastane bile sürekli olarak üstüme,üstüme geliyordu, aynı hayat gibi...
Hastaneyi dolaşırken yanımdan geçen hemşireler bana bakarak kulaktan kulağa konuşuyorlardı. Onları bile artık takma seviyem olmadığı için hiç istifimi bozmadan bize görev verecek olan Doktorumuz ALİ İBRAHİM KOÇ'un yanına gittik...
ALİ İBRAHİM KOÇ o kadar çok iyi birisiydi ki kalbi yufka gibiydi. Burda herkesi evladı olarak görüyordu. Babamdan görmediğim sevgiyi ondan gördüğüm için her zaman onunla konuşurken Babam ile konuşuyormuş gibi hissettirdiği için bazen en saçma soruları bile soruyordum. Çünkü bana tek iyi gelecek olan biraz sevgi idi oda imkansız gibi birşeydi...
Görevimi aldıktan sonra görevimi yapmak için acile doğru gittim ve bana yeşil alan gelmişti. Yani bu alanda pek fazla ağır hasta olmayacaktı. Ve de bu benim işime gelecekti. Nede olsa tüm gece bu hastanede nöbetçi olacaktım...
Bu gece nöbetçiyim diye birazda olsa rahattım. O cehennem gibi olan evde kalmaktansa tüm gece nöbetçi olmak benim için pahabiçilmez bir şeydi. Ama aklım kardeşimdeydi. Ya o iki pislik kardeşime birşey yaparsa bunu düşünmek bile istemiyorum...
Bu cehennemden kaçmayı o kadar çok denemiştim ki fakat o zamanlar hiç cesaretim olmadığı için kaçmıyordum. Bir gün tüm cesaretim ile evden kaçtım. Fakat sonu hiç iyi olmadı. Babam o gün bana sobada ısıttığı değnek ile beni dövdü. O günün acısı hala içindeydi...
Yazarın dilinden
18 Eylül 2010
Ela Kar o zamanlar 6 yaşındadır. Babası Mehmet annesi Songül hanımı dövdüğü zaman o seslere dayanamamış ve evden kaçmıştır. Ailesi bunu fark ettiğinde polisi ararlar. Polisler ise Ela Kar'ı bulup eve getirirler. Ela Kar eve geldiğinde babası Mehmet bey onu salonda bekliyordur. Elindeki değnek ile odunlu olan sobaya batırıyor Ela Kar'ı korkutmaya çalışıyordur. Ela Kar titreyerek salona geçer ve babasından özür diler. Babası Mehmet bey ise ona sert bakışlar ile "bunu sen istedin yeter be keşke doğacağın gün ölseydin" diyerek Ela Kar'ı ağlatmıştır. Babası Mehmet bey ayağa kalkarak elindeki sıcak soba ile Ela Kar'ı o sopa ile döver. O gün Ela Kar çığlıklarında boğulur. Fakat yardımına koşan kimse olmaz....
Bu düşünceleri bir kenara bırakarak işime geri döndüm. Bedenim buradaydı fakat ruhum ölmüştü..........
Bu arada yazmayı unutmuşum bu hikayede olan kişi ve olaylar tamamen hayal ürünü olup hikaye gereği yazılmıştır.....
Hikayemizin 1 bölümü son buluyor ve ilk bölümü nasıl buldunuz
Ha bu arada buraya şarkı ekliyorum dinleyin
Biz mavi gri değiliz ama bizde Altüst olmuşuz
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAR TANESİ
Romancebana o gün: hastanenin önünde Kış ayında kar yağarken Yıldızlar altında ayın üzerimize vurduğu saatte sokak lambalarının söndürüldü sırada bana "görüşürüz kar tanesi dedin"