_
"Şuna bakın nasıl da ağlıyor!"
Gülüşme sesleri, kıkırdamalar, aptalca şakalar bir arada ilişiyordu kulaklarıma. Hepsi birden toplanmış gülüyorlardı, güldükleri bendim. Ben ve zavallılığım.
Titreyen, yara bere olmuş elimle eteğimi örtmeye çalıştım. Kanayan dizlerime düşüyordu gözyaşlarım, yakıyordu her yerimi. Kalbimde olan kocaman yarayla kapanıyordu ufak çizikler.
Sessiz ve usulca bekliyordum sadece. Biliyordum ki benim koruyucum birazdan burada olacak ve hepsine haddini bildirecekti. Her zaman ki gibi beni kollarıyla sarmalayacak, kokumu benimle hapsedecekti göğsüne.
Bazen tüm bu okul hayatı zorluklarla geçtiği için yorucu olsa da, O benim saçlarımı okşayıp öptüğünde hepsini unutuyordum. Sanki dokunuşlarında hisler vardı. Dokunuşlarında ki parıltılar kalbimi aydınlatıyordu.
"Kes ağlamayı piç."
"Ne dedin sen?!"
Kalabalık kalın sesin tüm bahçeyi inletmesiyle dağıldı. Hepsi korkuyla etrafa saçışırken boğuşma sesleri duydum. Lakin kaldıramadım başımı yerden. Gözlerine bakmaktan utanıyordum. Öyle anlamlı, derin bakıyordu ki bana elim ayağıma dolaşıyordu.
Bir yumruk sesi işittiğimde beni yere iten çocuk havada hızla süzülerek yapışmıştı taşlar arasına.
Onun düşme sesi refleksen korkutmuş, yerimden zıplamamı sağlamıştı. Ağzımdan da ağlamaklarım arasından bir hıçkırık kopmuştu.
Soğuk rüzgarın etkisiyle alakası olmadan buz tutmuş vücudum kolları arasında kaldı. Yine ve yeniden. Sıcacık bir kucaklaşma bahşetti cılızlığıma. Daha sonra hemen ayrılıp güzel parmaklarını çeneme yerleştirmişti.
Hep yaptığı gibi yüzümün en ince ayrıntısına kadar kontrol ederek bir şey var mı diye baktı. Sonrasında alnıma yaklaşıp önce nefesini ardından dudaklarını hissettirdi.
İstemsizce yumulan gözlerimin üstünü de öperek ellerini belime yerleştirdi. Kalkmam da bana yardımcı olmuştu. Aslında biliyordum ki beni kucağına alamadığı için sinirliydi. Etek giydiğimde sürekli bu sorunu yaşıyor ve revir de bir güzel azar yiyordum.
Aynı zaman da çok yakıştığını söylemekten de geri durmazdı. Tüm gün üstümde olan bakışlarını biliyordum. Bir heykeltıraşın yeni bitirdiği eserine olan hayranlık duygusuyla bakıyordu bana.
"Canın acıyor mu?"
Başımı olumsuzluğu belirterek salladım. Çok acıyordu. Ruhum, kalbim, dokunulan her bir köşem acıyordu. Diyemedim. Hiçbir zaman diyemediğim gibi o an da söyleyemedim bunları. Kendime itiraf edemedim yaşanılanları. Chulsoo'm da bilmeyecekti hiçbir zaman.
"Seni yanımdan ayırmak istemiyorum ama sürekli kayboluyorsun."
"Seni yormak istemiyorum Hyung."
Hâlâ bedenimde oluşan yaraları incelerken kurduğum cümleyle keskin bakışları benim titrek gözlerimde bitti. Öyle sert baktı ki nutkum tutulmuş, içim titremiş, gözlerimi sokacak delik aramıştım.
"Bir daha duymayayım Lee."
Hızla başımı sallayıp koluna girdiğimde beni kendi büyük bedenine yapıştırmış, ağırlığımı da ona vermem için çabalamıştı. İçten içe hoşuma giden tavrıyla dudaklarımı ısırarak heyecanıma engel olmaya uğraştım.
"Seni seviyorum Chulsoo Hyung."
Sinirli, kızgın yüzü aydınlandı. Güzel gülümsemesini sundu bana. Melek gibi olan gülümsemesini.
"Bende seni seviyorum Çilekli Turta."
_
Cilekli turta