0.1

112 6 53
                                    

Birinci bölüm: hayatının sonuna kadar kaderine bağlı olmayanların senaryosu

"Doğduğun yer kaderindir... bu söz bu şekildeydi değil mi? Peki ben kaderimi sevmeyip, ona karşı çıkarsam günah işlemiş olur muyum?"

"Olursunuz."

"Peki bu günahı işlemeyi çok istiyorsam günahın boyutu artar mı?"

"İşlediğiniz günaha bağlı."

"İşlemek istediğim günah bana çok güzel geliyor piskopos... 

***

Tarih: XX. Yüzyıl 130650 

"Ben gerçekten de kötü bir insan değilim. Ne aksi bir adamım ne de uysal biriyim. Ne namuslu ne alçak ne de onurlu biriyim. Ne karşı çıkacak cesarette olan bir insan, ne de durumlara boyun eğmek zorunda kalacak biri değilim ben. Ne bir kahramanım ne de bir korkak. Ben, hiçbir şey olamadım."

Fyador Mihayloviç Dostoyevski, "Yeraltından Notlar".

Düşün küçük genç, düşün dünyanın içine doğru çekilen bir yıldızsın sen! Yaşamının son vaadine kadar verilen sorumlulukları taşımakla yüklüsün sen! Düşün küçük genç, düşün kafandaki senaryoların birer birer gerçekleşeceğini düşün, çünkü onlar şimdi gerçekleşmez ise hiçbir şeyin kalmaz elinde, Elinde bulunan soğuk seni yakar derinden, ateşin etrafındaki odun parçaları gibi yavaşça yanar, çıtırtılar eşliğinde dans eden, alevlerin arasında kalan cambazlar gibi kalırsın elindekilerle sende! Umutsuzluğun içerisinden doğan kitaplar ve kıyafetlerin ile başıboş kalacaksın bu şehirin tozlu sayfaları içerisinde. Seni bilen veya gören kimse olmayacak çürüyüp gideceksin bu köşelerde. Unutma küçük genç, unutma! 

"Burası Soytarılar Şehri hoş geldiniz ülkelerin renkli cambazları ile ortasında sergilenen savaşa.

"Rusya! Rusya! Bulunduğum şu büyülü, güzel uzaklıktan da görebiliyorum seni: Yoksulsun, fırlatılıp atılmışsın, sahipsizsin.

Sanat harikalarıyla taçlanmış, gözü pek, olağanüstü bir doğan, sarp kayalıklar üzerine kurulmuş, çok pencereli yüksek sarayları olan kentlerin, güzel ağaçlar ve sarmaşıklarla çevrili evlerin, köpükler saçarak kükreyen çağlayanların yok ki görenin korkudan dudağı uçuklasın ya da her baktığında sevinçlere boğulsun; bu suların üzerinde başını alıp göklere doğru gitmiş, görmek için başını şöyle geriye atman gereken kaya kütlelerin, asmalarla, sarmaşıklarla ve milyonlarca yabanıl gülle sarılmış yıkık kemerlerin gerisinde gümüşsü gökyüzüne doğru yükselen ışıl ışıl dağların yok.

Her şey apaçık, bomboş ve dümdüz sende. Göz alabildiğine uzanan düzlüklerinde kurulmuş alçacık kentlerin bir nokta ya da benek gibi; insanı büyüleyen, göz alan, el edip yanına çağıran hiçbir şey yok sende. Yine de hangi gizemli, anlaşılmaz güç çekiyor beni sana? Bir ucundan öbür ucuna, bir denizinden öbürüne uzanan bu kederli şarkın neden sürekli çınlayıp duruyor kulaklarımda? Ne var bu şarkıda? Bu hıçkıran, haykıran, yürek paralayan şarkıda? Neden acıyla ruhumu sarıyor bu ezgiler? Benden ne istiyorsun ey Rusya? Aramızda hangi anlaşılmaz bağlar var? Neden bana böyle bakıyorsun? Ve neden sendeki her şey umut dolu bakışlarını bana yöneltmiş?

Senin genişliğin karşısında dilim tutulmuş, hiçbir şey anlamadan, kımıltısız kalakalmışken, yağmur yüklü tehditkâr bir bulut gelmiş başımın üzerinde dikilip duruyor. Senin bu uçsuz bucaksız genişliklerin neyin habercisi? Sende, senin gibi uçsuz bucaksız bir yerde doğmaz da nerede doğar sınırsız düşünceler? Dilediklerince gelişip serpilebilecekleri şu enginlik dururken başka nerede var olabilir kahramanlar?"

no love in la/war, hyunminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin