Duygular, zihnini bekki en derinlerinden delip geçmek için varolan milyonlarca düşünce... İnsanın içi ve dışı, her zaman yansıtır mıydı birbirlerinini? Aynı kişiler miydi yoksa farklı yaradılışlara mı mensuplardı? Karşı karşıya gelseler dokunabilirler miydi birbirine er yada geç? Bir bütün oluşturabilir miydi bu birbirinden bağımsız hareket eden iki farklı şeyden?
Hadi gelin sadece 17 yaşında bir lise öğrencisi olan, sıradan bir hayata sahip olan kendi iç dünyasında kendi benliğiyle savaşan o çocuğun hikayesini anlatalım sizlere.
Sabah şafak vaktine yakın, güneş kendini göstermeye başlamışken yorgun göz kapaklarını araladı yavaşça genç. Açık bıraktığı perdesinden şimdiden küçük ışınları hücum ediyordu odasına. Gözleri tamamen açıldığında, tavanda ki güzel sanatlar okuması sebebiyle rahatlıkla çizdiği resimlere odaklanmıştı kısa bir süre.
Yavaşça doğruldu yattığı yataktan. Etrafa bakındı bir süre, telefonunu arıyordu anlaşılan. Elleri saç diplerine giderek ensesindeki saç tutamlarını kaşıdığında hafifçe esnedi. "Nereye bırakmıştım ben bu aptak cihazı? Gerçekten kafam nerede merak ediyorum...".
Söylene söylene telefonu kaba tabiri caizse siktir ederek kalkmıştı üzerindeki yorganı bir kenara savurarak. Her zaman ki gibi gece oldukça geç saatlerde yatmış, tüm gün boyunca telefonla oynadığı gibi telefonuyla ilgilenmişti, klasik gençlik, haksız mıyım?
Karşısında ki aynadan bakmıştı dağınık görünüşüne. Her zaman olduğu gibi okul kıyafetleriyle uyuyakalmıştı öylece. İstemediği bir alışkanlık yerleşmişti üzerine. Okuldan gelir gelmez odasına kapanır telefonuyla, bilgisayarıyla oynardı başka da bir şey yapmazdı. Üzerini dahi değiştirmeye erinirdi, elbette yine öyle yapmıştı.
Aşağıdan seslenen birisinin dedikleri kulaklarına iliştiğinde annesi olduğunu anlamıştı seslenen kişinin. "Felix! Hadi in aşağı yemek yiyelim!" annesime cevap verdikten sonra tekrardan telefonunu aramaya koyulmuştu.
Her yere bakmasına rağmen bulamadığında sonunda aklına esmişti başını koyduğu yastığın altına bakmak. Baktığında gerçekten kendini aptal gibi hissetmişti. Yatak ve başlık arasına düşmemek için kendince savaş veren telefonu aldıktan sonra kısa bir süre Instagram'a bakmaya karar vermişti. Uygulama kilidine parmak izini okuttuktan sonra açılan ana sayfayla gözlerim DM kutusunun orada yazan "8" rakamıyla bakışmıştı. Evet, çok aktif olduğu bir platform değildi. DM'e girdiğimde Hyunjin'den mesaj olduğunu fark etmişti.
Hwang Hyunjin
+4 yeni mesajHep böyle mesajlar almazdı ondan. Sebebini yüksek bir ciddiyetle bildiğinde son derece farkındaydı. Üzerine tıkladığında tam olarak şu mesajlarla karşılaşmıştı.
Hwang Hyunjin
Oğlum hani kupa kasacaktık nereye gittin iki dakika da
03.22
Bu kadar erken mi uyudun amk
03.23
Normalde ölse uyumaz bana denk gelmiş
03.23
Senin yüzünden ayağa dikildim bu saatte
03.25
Şimdi uyumuş olamazsın şerefsiz herif gel buraya kalkacaksın
03.27Yemin ediyorum isteyerek uyuyakalmamışım
06.32
Nasıl oldu anlamadım yemin ederim
06.32
Normalde harbiden uyumazdım
06.33
KIZMA SENDE HEMEN
06.34
OF AĞLİCAM geliyorum ben birazdan 7 gibi
06.34
Sende orda olursun
06.34
GörüldüMis gibi görüldüsünü de yedikten sonra annesinin seslenmesi aklına geldiğinde aralık olan odanın kapısını açıp başka bir dünyaya açılan kapıdan dışarı adımlamıştı. Aşağıya doğru inmişti yavaş adımlarla. Evet, dublex bir evde yaşıyorlardı ama tamamen dedesinden onlara kalmış bir mirastı, başka bir şey değil.
Mutfağa vardığında masada oturan kardeşi, annesi ve babası onu bekliyorcasına bakıyorlardı ona. Boş sandelyelerden birisine oturduğunda annesi süzmüştü onu. "Gece yine geç yattın değil mi? Göz altı torbaların şişmiş. Sana kaç kere söyleyeceğim şu telefondan en azından geceleri uzak dur diye yavrum. Sağlığına zarar." Şu ana kadar dinlememişti annesini pek, şimdide öyle yapmıştı ya gerçi.
Önünde duran tabağa baktı bir süre. İştahı yoktu öncekine nazaran. Daha önceki zamanlarda gerçekten aç boğaz bir insandı ama bunu ne yazık ki sabah vakitlerine asla yansıtamıyordu. Önündeki yemeği kenardaki kaşıkla yavaşça yemeğe başladı genç çocuk.
Yemeği çok bir vakit geçmeden bittiğinde diğer aile üyelerinin izniyle kalkmıştı masadan. Bir kaç oda ötedeki lavaboya girmişti. Ellerini yıkandıktan sonra aynada kendine bakmıştı. Dağınık saçlarına, kızarmış dudaklarına, orta boylu kirpiklerine ve lanet olası çillerine, evet lanet olası o kendince çirkin çillerine.
Böyle doğmuştu Felix, yüzünde dolanan kahve tonlu beneklerle. Ama asla kendisini böyle kabul etmemişti, edemeyecekti. İnsanlar sağlamıştı bu düşüncesini. Çillerini yüzünü süsleyen bir kaç benekten çok daha fazlası olarak görüyordu, birer yaradan farksızdı. Üstü kapatılmaya çalışmış sayılarca yara.
Küçükken sokakta arkadaşlarıyla mutlu mutlu oynardı her zaman, çillerini de çok severdi. İnsanlardan farklı özel güçleri olduğunu sanırdı belki de, kim bilir ki değil mi? Hep annesi çillerinin üzerinden öperdi onu. Onun görünüşünü, bu kahve beneklerin onu diğerlerinden özel kıldığını, onu diğerlerinden farklı yaptığını söylerdi. Eh, çocuk aklı tabii ki buna bile sevinirdi insan. Felixte aynen öyle yapmıştı.
Ancak okula başlayacağı gün geldiğinde annesiyle vedalaşmıştı okulun kapısının eşiğinde. Gülünce yayılan çilleri yine aynı şekilde yayılmıştı elma yanaklarına. Sınıfına götürmüştü onu öğretmeni. Akıllı bir çocuktu, korkuyordu o böyle şeylerden. Annesi öğretmişti ne olacağını çünkü ona çok küçükken.
Öğretmeni herkesle tanışmaya başlamıştı yavaş yavaş. Sıra Felix'e gelmişti. Ayağa kalktığında yavaş ve anlaşılır bir tonla o kadife sesi ve güler yüzüyle tanıtmıştı kendini. Etrafa kaymıştı gözleri. Arka sıradaki çocuğun bakışları rahatsız etmişti onu. Sırasına oturmuştu yavaşça tedirgin tedirgin, hala hatırlıyordu ne olduğunu.
Teneffüs zili çalmıştı ilk kez, sırasında oturuyordu sessizce. Hiç arkadaşı yoktu tabii ya. Bir çocuk gelmişti yanına. Arkadaş olacak sanmıştı o saf duygularıyla ama çocuk onu ittirdiğinde yüzündeki gülümseme solmuştu küçük çocuğun.
"O yüzündeki çirkin çamurlar çok iğrenç görünüyor" demişti çocuk ona. Anlamamıştı ilk başta, çamurdan kastı neydi? Bir süre bakmıştı sadece çocuğa. Hala söyleniyordu ona, kalbini kıracak söylemlerde bulunuyordu. Sonra çilleri aklına gelmişti bir anda, onlardan mı bahsediyordu yoksa? Yüzünde ki o annesinin öve öve bitiremediği kahve tonlu benekler onu özel kılıp güzel yapmıyor muydu yani? Annesi ona yalan mı söylemişti?
Dolu gözleriyle çıkmıştı o gün okuldan, daha ilk günüydü okulun oysa ki, neler neler hayal etmişti. Yeni arkadaşlıklar, zamanı geldiğinde öğreneceği bir sürü yeni bilginin mutluluğuyla gelmişti bu binanın girişine. Şimdi ise annesinin kollarında ağlayarak çıkıyordu o binadan.
Annesi ne derse desin ondan sonra hep nefret etmişti yüzünden, hepsi çilleri yüzündendi. Onlara ayna karşısında kızar, ağlar dururdu. Annesi artık kapatıcı sürerek gönderiyordu oğlunu korumak için okula, ne kötü bir durum ama değil mi?
Hala da öyle devam ediyordu işte Felix. Yüzüne bir ton kapatıcı sürerek o çillerin üzerini örtüyordu. Dolabın kapağını açıp tekrardan almıştı kapatıcıyı. Kapağını açıp parmağına sürdüğünde burnuna ve yanaklarına kondurmuştu bir kaç nokta. Güzelce yaydırdıktan sonra ellerini yıkamıştı iyice.
Ellerini iyice kuruladıktan sonra odasına yönelirken telefonunu çıkartmıştı. Hala görüldü yazısı gözler önündeydi. Trip falan mı yiyordu acaba?
Çantama gerekli materyalleri yerleştirdiğim sırada kapı çalmıştı. Daha okula gitmeme çok varken Hyunjin'in geleceği konusunda şüpheliydim. Babamın hamile olma ihtimali şuan gelmesinden daha olağandı. İlk geç yatışı iken bu kadar erken gelmezdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Into the Darkness - HyunLix
Fanfiction"Beni bu karanlık dünyanın ortasında dizlerim cam kırıkları üzerinde tek başıma bırakma, bana bunu yapma. "Biz bu karanlığa mahkumuz Hyunjin, biz bu karanlığın en derinlerinden geliyoruz ve şimdi o karanlık bizi geri çağırıyor sevgilim. Eğer o karan...