1. bölüm

949 35 16
                                    

Kılıç sesleri, acı dolu feryatlar kulağına doldukça kanının kaynadığını hissediyor
Kan kokusunu soluduğu her saniye midesindeki bulantı hissi daha da kudretleniyordu.

Kolunda kendisini inceden inceden belli eden sızı ile hatırladı yarası olduğunu. Aslında yarası derin, akan kanı fazlaydı lakin damarlarında kol gezen zehir duyduğu acıyı, hatırındaki yol güzergahını bulandırıyordu.

"KİTE BUGÜN TÜRKÜN MÜLKÜ OLACAK!" Osman Bey'in gür sesini duyduğunda alay dolu bir kahkaha attı.

"Kite zaten Türk'ün mülküydü ahmaklar."
Başını iki yana salladı memnuniyetsiz bir tavırla.

Göz gezdirdi dört duvar arasına sıkışıp kaldığı odasına. Önce masasının üzerindeki defteri ile yüzük kutusu aldı eline. Masasının altında bulunan raftan birkaç mektup ve en önemli emare olan mühür alıp doğruldu hemen.

Kitaplığın sağına çakılmış şamdanı kestirdi gözüne. Yıllar olmuştu o geçiti kullanmayalı sonunun nereye çıktığını bile zor hatırlıyordu.

Kapının önünden gelen sesler çoğalmaya başlayınca aceleyle kitaplığa doğru koştu Gonca. Şamdanı sertçe kendine doğru çektiğinde geriye doğru açılan rafla gülümsedi memnunca.

Kapının açılmasıyla başı yana döndü korkarak. Pusatından kan damlayan, gözleri pek keskin bakan bir adamla karşılaşmayı hiç beklemiyordu. Bir kaç manevra ile alt edebileceği basit bir Alp değildi bu her halinden belli oluyordu. Son çareyi kaçmakta buldu.

Geçtin kör karanlığında umarsızca koşmaya başladı. "Durasın hele! Seni kesecek değilim." Hem arkasından kendisini kovalıyor hem de güvenini kazanmaya çalışıyordu.

Kibirle gür bir kahkaha koparıverdi. "İstesen de kesemezsin zaten aptal!" Koşmaya devam etti lakin karanlık koridor sanki sonsuzluğa gidiyormuş gibi ne kadar ilerlerse ilerlesin küçük bir ışık huzmesi bile göstermiyordu.

Kendisini tanıyordu illaki bu geçite istisnai durumlar için önlemleri vardı. Yokladı zihninin tozlu raflarını umutsuzca.

Bir yerden sonra tünelin duvarları artık taşlarla kaplı değil sadece kerpiçten oluşuyorudu. Gonca birkaç saniye koşabilse de hareketlerinden dolayı havalanan tozları yutmuştu. Ciğerlerine yapışan toprakla hunharca öksürmeye başlamıştı, fakat haline râmen fark etmişti ki bu öksürük sade tozdan değildi farklı bir öksürüktü bu.

Ayağının takılıp ta tökezlemesiyle hızını alçaltıp yürüdü biraz daha ileriye.
Ardından kovalayan adamı biraz arkasında bıraktığını anladığında, elini duvara yaslayıp nefeslendi saniyesinde.

Parmakları arasında hissettiği halat dumura uğramış gibi kalakaldı bir an.
Yıllar önce kurduğu tuzak hemen gösterdi kendini zihninin en kuytu köşelerinden.

İpi kavrayıp asıldı kendisine doğru, kemerine sıkıştırdığı hançerini çektiği gibi halatı kesti hemen. Kulaklarına dolan rahatsız edici gıcırtılar ile birlikte bir anda yukarıdan düşen tuzağın etkisiyle biraz heyecanlı biraz şaşkın bir nefes aldı. 

"Bu nedir böyle?" Parmaklıkların arkasında kalan adamın sesi oldukça şaşkındı.

Usulca parmaklıkların karşısına doğru ilerledi. "Ee bey oğlu her geçit bir kurtuluş değildir. Ders olsun sana." Gözlerine baktı görebildiği kadar. Cevap beklemeyip, ona sırtını dönerek yürümeye başladı.

"Bu oyunun burada kalmaz hileci hatun, elbet seni bir gün alt ederim." Kendisine seslenmesiyle yavaş adımları durdu.

"Hile dersin ha Bey oğlu?" Omzunun üstünden ona baksa dahi yeterli gelmemiş gibi tamamen bedenini ona doğru çevirip gözlerine bakmıştı alayla. "İstersem canını şu vakitte alırım amma isterim ki adil bir cenk meydanında yiğitçe alayım canını." Sözlerine karşın anlam veremez gibi gözlerini kısmıştı.

"Türk'ün töresini kefere hangi vakit benimsemiştir hileci hatun, diyesin hele?" Sanki dakikalar önce birbirlerini kovalamıyormuş gibi anlamsız sualler soruyorlardı birbirlerine.

"Türk'ün töresini Türkten başka sırtlanacak kudrette bir ırk yoktur Bey oğlu tasalanmayasın?" Şaşkınlıkla kaşlarının havalandığını memnuniyetsizce izledi.

"Türksün!" Sesinde bahar havası vardı. Sevinmiş miydi Türk olmasına?

Cevap vermedi başka, yeniden sırtını ona  dönüp yürümeye niyetlendi fakat parmakların arkasından gelen seslerin çoğalmaya başlamasıyla koştu canını riske atmadan.

"ALÂEDDİN ALİ." Osman Bey'in endişeli sesi kulaklarına dolduğunda kaşlarını çattı sezer gibi.

"Demek en zalim pusatı aklı olan şehzade sensin demek ha Bey oğlu!" Dediğinde artık gözlerine ağırdan ağırdan bir ışık vuruyordu.

                                  ⚔️

Prenses Gonca. Diyeceksiniz ki "Bu kız hem Türk hem Hristiyan bir yandan da Romalı prenses nasıl olacak bu?" Onu da ilerleyen bölümlerde öğreneceksiniz

Yeni bir hikaye, hoş bir hikaye aklımda çok güzel detaylar var bu kurgu ile alâkalı.

Sevgi ve saygılarımla:)

Yazım ve imla hatalarım olduysa af ola:)

620 kelime

Prenses Gonca'nın zekasına hayran kalacaksınız.

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
ALGONHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin