5: büyükşehirde aslında her şey çok küçük.

43 7 44
                                    

kasabalarda erken uyanılırdı. mingi de bu kuralı yıllarca kendine iyice sindirmiş biri olduğu için sabah altıyı tam olarak on dört geçe uyanmıştı, zaten uykusu hiç öyle derin olmamıştı kendini bildi bileli.

kardeşi hâlâ uyuyordu, yatakları geniş odanın iki ucundaydı. ona kısaca yataktan baktıktan sonra ise kalktı, günün düzenine bakılacak olursa yapılacak her şey belliydi.

mutfaktan gelen seslerle oraya ilerledi, büyük ihtimalle babasıydı. babası da kendisi gibi erken kalkardı, annesi ise dışardan gelmiş olduğu için olsa gerek hâlâ bu düzene alışamamıştı, dokuz on gibi uyanırdı her gün. babası ise eşi uyanana kadar evde ve bahçede dolanır dururdu.

babası kendisine yeşil çay doldururken pijamasıyla odaya giren oğluna baktı. kısaca günaydınlaştılar, mingi masaya oturdu.

"doktor aradı dün, söyleyemedim." diye sakince konuştu ve masaya oturdu. mingi ne geleceğini biliyordu, derin bir nefes alıp bir elini alnına dayadı.

"randevu alman için ısrar ediyor."

"baba, her yerimi delik deşik edip gönderiyorlar. sonucunda da hiçbir şey çıkmıyor."

bay song ona baktı, oğlu da haklıydı bir yerde fakat böyle olmasına dayanamıyordu işte. kayıtsız kalıyor gibi durmaktan korkuyordu. içi rahat etmiyordu.

"anlamıyorum neyin nesi bu, kalıtsal bir şey de değilmiş. zaten olmadığını biliyorduk da... mingi, bu yeni doktor hanım da seni görmek istiyor."

bahsedilen yeni doktor hanım, yunho'nun annesiydi.

"o ne yapacak sanki?"

"deme öyle oğlum, o da tıp bitirmiş bilgili bir kadın."

mingi gözlerini babasına çekti, çay içişini izledi ve kendisine de çay koyup tekrar aynı yere oturdu.

"şehirdekiler de tıp bitirmişti, daha iyi hastanelere de gittik orada. hiçbir şey çıkmadı yine."

"e ne yapacağız peki? elimiz kolumuz bağlı, oturacak mıyız?"

mingi böyle olmasından, bu konunun açılmasından, babasının üzüntü dolu gözlerinin kendisine yöneltilmesinden nefret ediyordu.

"bununla yaşamayı öğrendim ben."

"ben öğrenemedim." dedi babası bir anda. "hem bu doktor hanım baya bir araştırmış senin durumunu, birkaç şeyden şüphelendiğini söyledi, ben terimleri hatırlamıyorum şimdi. tanrı korusun bir daha olursa o seni kontrol etmek istiyormuş."

mingi istemsiz güldü. "söyleyeyim gözlerime, kanasınlar hemen."

babası yavaşça sağa sola salladı başını. dayanamıyordu bu hastalığa, mingi'den daha fazla kafaya takıyordu bunu. kasabada bile kahveye gittiğinde herkes ona oğlunun hastalığını, gelişme olup olmadığını soruyor ve böyle olunca da başı ediliyordu adamın. böyle bir kusurla bilinmekten öte oğlunun kanlar içinde olması çok rahatsız ediyordu.

"randevu diye ısrar eden doktor bol bol yeşillik yesin dedi kan yapması için. bugün bir sürü alacağım, annen akşam yapar."

mingi başını salladı, konunun değişmesi için can atıyordu ama babası sevmezdi konuştuğu konunun bitmeden değişmesinden.

"hem bak ne olursa olsun, desinler bana çözümü var ama milyon wonlar lazım, veririm direkt. bir saniye düşünmem."

"öyle bir şey olsa ben reddederim baba, tanrı aşkına."

babası sağa sola salladı başını. "yeter ki tedavisi olsun oğlum. parası umrumda değil, sen o tüm paradan daha değerlisin, yeter ki tedavisi olsun." diye tekrar ede ede konuştu. bay song buradaki yaşıtlarına göre daha modern bir insandı, çocuklarına ve karısına çok düşkündü. bir laflarına dahi hayır diyemeyen, naif yürekli bir insandı. bu yüzden yaşıtlarından çok laf yediği olurdu her istediğini yaparsan şımarır bunlar tarzından ama öyle değildi, çocuklar istediği her şeyden hevesini alsındı. ayrıca buradaki kütüphanenin de sıkı takipçisiydi. zamaında bir sürü belediyeyle konuşup yüzlerce kitap getirtmişti ilk açıldığında. haftalık siparişleri olur, mingi de onları kütüphaneden alır getirirdi.

nan chun, yungiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin