Minho evdeki koltukların birinden kalkıp birine oturarak akşam etmişti. Jeongin'le en son iletişimi bir hafta önceydi. Eli kolu bağlanmış günlerdir bir şey yapamazken sadece Jeongin'in evine gidip kapıdan bayan Yang'a yalvarıyordu kapıyı açması için. Kadının ağzından tek bir kelime laf çıkmamıştı bu süre boyunca. En son sağlığından endişelenen Minho kapıyı kırmakla tehdit edip ağzından zorla "İyiyim." lafını alabilmişti.
Yang Hyejin, Minho'nun öz annesi gibiydi. Ona bu şekilde çektirdiği acı kadının vicdanını sızlatırken bir yandan da oğlunu düşünerek kafayı yememeye çalışıyordu.
Her zamanki gibi okuldan gelmiş oğluna ve kendine akşam yemeği hazırlarken evine japon yakuzası kılıklı heriflerin zorla girip onu rehin almaları tabii ki kocasından boşandığından beri başına gelen en yürek hoplatıcı olaydı.
Korkudan titrerken içinden oğlunun eve gelmemesi için dua ediyordu. Eğer birisi bugün ölecekse o ben olacağım diye düşünmüştü ama kimsenin amacı öldürmek değildi. En azından o akşam için.
Jeongin anahtarıyla kapıyı açtığında her zaman sessiz olan evinin içindeki sessizlik nedensizce onu rahatsız etmişti. Sanki evinin havası değişmişti. "Anne?" Ilk önce banyoya girdi ve ellerini yıkadı.
"Anne? Evde misin?" Elindeki havluyla bir yandan ellerini kurularken gözleriyle annesini arıyordu evin içinde. Salona girdiğinde koltukta oturan annesi ve karanlıkta başında dikilen üç tane ızbandut gibi adam görmeyi tabii ki beklemiyordu.
Yang Hyejin kesik kesik nefesleriyle karanlıkta bile görebildiği oğlunun keskin ve korkmuş bakışlarını seçebilmişti. "Jeongin. Sakın bir şey yapma."
"Assolistimiz de gelmiş sonunda." Diğer hepsinden uzun olan konuştuğunda Jeongin kafasından geçen bin bir türlü düşünceyi bastırdı. Bu adamların tekin olmadıkları her hallerinden belliydi ve öğretmen olan annesinin iş arkadaşları olamazlardı haliyle.
"Kimsiniz siz?" Sesinin titrememesiyle kendini tebrik etmek istedi çünkü annesinin narin bedeni üç adam tarafından çevrelenmişti ve ona bir şey olabileceği korkusuyla hiçbir şey yapamıyordu.
Uzun olan ceketinin bel kısmına ellerini atarken açılan kısımdan gözüken silahı içeri giren sokak lambası ışığıyla görmüştü. O yutkunurken uzun olan iç çeker gibi bir ses çıkardı.
"Oğlun da aynı sen gibi Hyejin, çok güzel." Jeongin yanağını ısırdı sinirle. "Ne diyorsun lan sen?" Uzun olan tekrar kahkaha attı. Saniyeler içinde ciddileşen keskin yüz hatları Jeongin'in içindeki korkunun körüklenmesine neden olmuştu. Bakışlarının altında bile ezildiği adamlarla nasıl baş edebilecekti?
"Dilin de pek uzunmuş."
"Sen kimsin orospu çocuğu!" Kendini daha fazla dizginleyememiş ve yapmaması gereken bir şey yapıp ortamı daha da germişti. Yine sorusuna bir cevap alamamıştı. Bunun yerine tehlikelice dudaklarında yer edinmiş sırıtışıyla kemeriyle gömleği arasına sıkışmış siyah silahı çıkarıp Hyejin'in kafasına dayadı. Kadının dudaklarından çıkan çığlık ve Jeongin'in hızlıca öne doğru atılıp kollarını tutmaya çalışması aynı anda olmuştu. Diğerleri Jeongin'i tutarken kafasına silah dayanan Hyejin bir panik atağın eşiğindeydi. Eski kocasından ona kalan en acı hatırası, nefes borusunda nefeslerini darlaştırarak kendini hatırlatıyordu.
"Bırak onu! Ne istiyorsunuz kimsiniz siz!" Jeongin neredeyse kendisini parçalamak istercesine adamın suratına doğru bağırdı. Tek bir zayıflık emaresi göstermeyen yüz ona bakıyordu eğlenerek.
"Daha çok konuşacaklarımız var Jeongin. Nefesini boşa harcama ihtiyacın olacak."
O geceye dair kesitler kafasında tekrar dönmeye başladığında Hyejin oradan oraya gittiği ve kendisine kötü anılardan başka bir şey hissettirmeyen salonunda oradan oraya gitmeyi bırakıp titreyen bedeniyle mutfağa gitti. Az önce kapısının önünde onunla konuşmaya çalışan yeğeninin sesinden saklanmak için salona geçmişti ama bu sefer de duyamadığı sesler onu rahatsız etmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
what a feeling • jeongho, hyunsung
Fanfictionbeni sar zaman, mekan değersiz ben seninsem geçer kaygım özleyen kalsın habersiz başkasından yok bir kaybım