Hyejin öğle saatlerinde kayıtlı olmayan bir numaradan aranmasıyla saatlerdir hareketsiz oturduğu mutfak masasından kalkıp telefonunu kulağına götürmüştü.
Oğlunun sesini duymasıyla durmak bilmeyen gözyaşları tekrar güzel yüzünde yer edinmişti. Jeongin ona olanları bir bir anlatırken kadın sakince onu dinlemişti. Jeongin sadece parayı bulduğunu ama bir süre daha eve gelemeyeceğinden bahsetmişti. Birini öldürmek için yardımı dokunacağı kısmını kendine saklamıştı.
"Anne, Minho hyung ve Felix.... Onlar nasıl."
Hyejin suçluluk duygusuyla derin bir nefes çekti ciğerlerine. "Kapıyı açmıyorum. Felix her gün geliyor, saatlerce kapıda bekliyor. Minho iki gündür gelmeyi bıraktı."
Duyduğu gerçeklerle ankesörlü telefonu sıkmaktan parmak boğumları beyazlamıştı. Minho ondan vazgeçmişti sonunda.
Şu an buna neden üzüldüğünü bile bilmiyordu hatta buna hakkı bile yoktu ama içindeki bencilce onun tarafından bulunma arzusuna karşı koyamıyordu. "Felix'i daha fazla merakta bırakmayalım. Bugün ona olayların çok detayına girmeden anlat. Elimden geldiğince eve dönmeye çalışacağım. Seni çok seviyorum."
"Ben de seni çok seviyorum. Çok dikkat et tamam mı?"
Sanki annesi onu görebilirmiş gibi başını salladı. "Edeceğim. Sen de lütfen daha fazla kendini üzme."
Kısa bir sessizlik oldu ama ikisi de telefonu kapatmaya cesaret edemedi. Hyejin kararsızlık ile bir süre hafif aralık ağzıyla karşı duvara bakakaldı bir şey söylemek ister gibi. "Polise gitmeliydik en başında belki de Jeongin."
"Bilmiyorum anne. Belki de..." çevrede gezinen gözleri gördüğü tanıdık bedenle kasılmış ve terlemeye başlamıştı. Fark edilmesiyle yüzündeki gevşek sırıtışla ona yürüyen uzun beden görüş alanına iyice yaklaşırken daha fazla gerildi. Annesine veda sözcükleri sıralayıp, telefonu yakalanmanın verdiği korkuyla yerine yerleştirmişti.
Salına salına yanına sonunda varan uzun boylu, adını hala öğrenemediği, adam dibinde bittiğinde hala telefon kabininin içinde duruyordu.
Bacaklarını kırıp Jeongin'in boyuna eşitledi, kafasını yana eğip "Selamlar selamlar!" diye keyifle onu karşıladı.
Her gördüğünde değişen kişiliği belki de kişliksizliğinden kaynaklanıyordur diye Jeongin onun dengesiz tavırlarını çok takmadı. Cevap vermeden yüzüne bakmaya devam etti.
"Hayırdır kiminle konuşuyordun?"
"Annenle."
Karşı taraftan aldığı kahkaha sayesinde çaktırmadan tuttuğu nefesini bıraktı. Yine kendini tutamamıştı, en azından bugün iyi günündeydi de vurmamıştı.
"Eeee sattın mı götünü?" tekrar kahkaha atmıştı sanki çok komik bir şey söylemiş gibi. Jeongin gözlerini devirdi. Hala önü kapatıldığı için küçücük alanda kapalı kalmış hissediyordu. Onu ittirerek üzerindeki baskısından biraz da olsa kurtulup yürümeye başladı.
Arkasından onu takip eden ayak sesleri yankılanırken dilini yanağında gezdirip sabır çekti. "Kuyruk gibi peşimde dolanacak mısın?"
"Evet."
"Tuhaf ve rahatsız edicisin."
Yine kahkaha atmıştı. "Gülüp durma ananı sikerim seni-" yüzüne yiyeceği yumruk başka bir el tarafından durdurulduğunda kafasını çevirip görmeyi beklediği kişiyi görmesiyle kendisini biraz da olsa güvende hissetmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
what a feeling • jeongho, hyunsung
Fanfictionbeni sar zaman, mekan değersiz ben seninsem geçer kaygım özleyen kalsın habersiz başkasından yok bir kaybım