1950 eski İstanbul
Geminin çığlığı kulaklarına dolduğu vakit başını göğe kaldırdı. Boğazdan geçerken hissettiği o buruk eda tüm berraklığı ile üzerinde hakimiyetini sürdürdü. Yüreğinde hissettiği o ince sızıyla dalgın olan bakışları martıların bağırışlarıyla onu kendine getirdi.
"Başımı öne eğdilecek en ufak bir davranışın olursa seni kendi ellerimle babanın önüne atarım!"
Sümbül kadın tüm asabiyetiyle genç kızın ela ve yeşil arası gözlerine bakıp kinini kusmayı ihmal etmedi. Eğer böyle bir durumun ihtimalini bile yaparsa ardında nelerin onu beklediğini bilmesin de hiç bir sorun teşkil etmedi.Suskun bir genç kızın gözyaşlarının içine akması onun umrunda bile değildi. Ağabeyi Nazım Efendi'ye verdiği sözü yerine getirecekti ya şüphesiz.
Ki öyle olmadı.
"Leyla sana emanet Sümbül, eğer başına bir hal gelecek olursa sorumlu seni tutarım."
"Emanetin benim yegâne yiğenim ağabey, her şeyden sakınırım onu gözün arkada kalmasın" Hasta adam, sanki ölüm döşeğinde olduğunu anlamış gibiydi...
Leyla, içinde yaşadığı ızdırap dolu yaşantısıyla duyduğu o hissizlik kendi içinde onu hastalığa teşvik ediyordu. Hasta olma düşüncesi ona hiçte kötü gelmiyordu. En azından dünyadan birisi eksilir diye düşündü. Sümbül kadın, Leyla'nın dalgın bakışlarından epey uzak düşüncelere dalmıştı o an için.
Leyla, henüz küçük yaşta annesini kaybetmişti. El mecbur babası ile bir başına kalmıştı küçük kız. Babası Nazım Efendi, hem sert hem de içine fazlaca kapanık bir adamdı. Epeyde aksi idi.
Yine de pek yerine getiremediği babalık görevinde yine de Leyla'ya bir kötü sözü yoktu. Leyla'nın yandığı tek şey ise sevgisizlikti.Babadan kalma küçük bir konaktan ziyade bir de mahallenin başında meyhanesi olan adam iflasın eşiğine gelmişti. Karısının ölümünden sonra iyice dağılan Nazım Efendi, varını yoğunu kaybetmişti. Konakta elinden gidince el mecbur Leyla'yı kardeşinin yanına vermişti, kendi de bir hastalığa düşmüştü.
Tüberküloz...
Heybeliada'da yatıyordu.
Sümbül kadın, bir kaç koca eskitmişti bu orta yaşında... Son zamanlar elde avuçta para kalmamıştı. Eskisi gibi evi şen değildi sofrasından her gün birer yiyecek eksilmeye başlamıştı. Sonra da bir peynir zeytine tâbi tutulmuştu. Beyoğlunda İki katlı konağından birer birer antika eşyalar da eksilmeye başlamıştı. Ağabeyinin ilaç masraflarına para yetişmiyor idi. Eskiden olsa kurduğu sofra ve çaldığı saz ile erkeğinin gönlünü eğlendirirdi. Şimdi ise yaşlanmış ve epey asabi bir kadın haline gelmişti son kocasından sonra.
Günlerden bir gün büyükadadan evine gelen yakın ahbapı Nezihe, yüzünde ki pehçesini indirmişti ve içeriye girmişti.
Sümbül kadın eski bir ahbapı görmüş olduğu için epey sevinç duymuştu. Selamlığa geçmişlerdi."Hayır olsun Nezihe sen pek bu taraflara gelmezsin." dediğinde Nezihe, nefeslenmek için feracesini çıkartmıştı. Elin de ki bohçayı da bir kenara bırakmıştı.
"Hayır hayır Sümbül, bir su ver bana hele sen" dediğinde hemen ona su getirivermişti.
"Pek hayır Sümbül" dediğinde kadının yüzünde ki ifadeyi gördü.
"Çatlatma da diyiver"
"Leyla nerde mektepte mi?" dediğinde suretini devirdi kadın.
"Ya sorma yokluktan mektepe gidicek vakit mi var Nezihe, iki el işi yapıp kapalı çarşıda bir manifaturacı'ya veriyo kızcaz"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Eğreti |Tamamlandı|
RandomEski İstanbul da geçen bir hikâye Leyla..." Adıma sağır olan dudaklarından geçen ismim vardı... "Ahu gözlü Leyla"