Paramparça

842 41 10
                                    


Bölüm Şarkısı: Dedi Annem - Teoman

🍶

Sımsıkı tutulurken düşüveren şeylerin yerle teması, pek çok parçanın ortaya saçılmasına neden olur. Bu temel bir kuraldır.

Bardağı tutan elin, bardağı tutamadığı ihtimaller evreninde; yere düşen bir su bardağı, elde tutulan bardaklığından başka bir nesneye dönüşüvermiştir artık. Yere saçılmış kırık parçalar toplanıp bir araya getirilmek istense bile o eski bardak, bir daha ilk haline dönemez olmuştur. Bilim dünyasında buna entropi diyenler varken felsefi dünyada aynı nehirde iki kez yıkanılmaz gibi söylemler mevcuttur. Dümdüz bakıldığında ise işte, düşen bir bardaktır sadece. Yerine yenisi alınsa ve kırıklar çöpe atılsa yeterli görülür. Bu parçalanışın ardından kırık kısımlar eski bir bütünden kalan işe yaramaz parçalara dönüşmüştür artık.

Oysa her şeyin daha derinine bakmayı seven sıradan insanlar için parçaların tekrar bir araya getirilmesi için güçlü yapıştırıcılara ve merhametli bir kalbe ihtiyaç vardır. Bunu gönülden arzularlar ve o yolda çaba göstermekten çekinmezler. Eski bardağı kurtarmak değildir niyetleri; o bardakla yaşadıkları anıların yok olup gitmesine göz yumamaktır sadece.

Entropi, düşen bardağın sürüldüğü yokluğu anlatırken ortaya çıkan sonsuz ihtimallerden bahseder. O İhtimallerden birinde son sürat gidiyorken hava sıcak rüzgar tatlıca esmektedir. Bir el arabanın ön camından sakince dışarı uzanır ve rüzgarla paylaştığı yola sarılmak ister. Bir gün gerçekten de sarılacaktır.

Sadece biraz daha zamanı vardır.

Ne de olsa her şeyin olgunlaşması biraz zaman alır.

🍶

Telefon çalıyor.

Uyan.

Üstündeki örtüyü yere fırlatıp yattığı koltuktan hışımla kalkışı dengesini bozsa da telefon sesini takip ederken etrafına da telaşla bakmayı es geçmemişti.

Elini belinde olduğunu varsaydığı soğuk nesneye uzandı. Fakat yoktu.

Sorun yok. Ortalık sakin. Gerek yok.

Aslında telefonunu saat başı açıp kapatması gerekiyordu fakat gecenin ilerleyen saatlerinde gözleri uykuya ve tehlikelere yenik düşmüş, kendini karmaşık rüyaların içinde koşuştururken bulmuştu.

Bir eliyle uyku mahmuru gözlerini ovalarken diğer eliyle küçük mutfak masasının üstündeki telefonu kavrayarak açtı:

''Ahmet abi-'' pütürlü sesinden rahatsız olunca boğazını temizlemeyip ismi tekrarlardı; ''Ahmet abi? Söyle, neredesin, geldin mi?''

''Akgün...''

Pek de hayırlı haberler vadetmeyen ve bir sızı gibi çıkan ses, Akgün'ün mahmurluğuna saniyesinde son vermişti:

''Ahmet abi n'oldu, iyi misin?''

''Ben iyiyim ama bir süre iletişimi kesiyoruz.''

''Hayırdır niye ki? Buradan bu akşam gidiyoruz değil mi? Gelince detaylıca konuşalım.''

Ahmet abinin diğer uçtaki boğuk sesi gittikçe sıkıntıyla dolmuştu:

''Akgün planlar bir müddet iptal. Sarı ışıkta vaziyetler. Orada kalmanız gerek.''

''Ne? Ne demek burada kalmalıyız, şunu düzgünce anlatsana lan!''

Akgün, belirginleşen sinir damarıyla hemen yanındaki ahşap sandalyenin başını sımsıkı kavramıştı şimdi.

 Yazlıkçı Kuzenler ve Mafyanın ÇocuklarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin