bir

168 32 160
                                    

0,1 evin dostunun parıltılı gözlerini andırıyorsa

ada; iki bin on yedi yaz'ı, birinci kısım
biz sonsuza dek gençken,

bir küreği kaptı ve oh, kazıyor
kumların içinden bir ülke bulacağı umuduyla

🌅

halihazırda bir evin varsa; bu arkadaşlarınla etrafını çevrelediğiniz ateşse, ağustos böceklerinin uğultularıysa, karpuz dilimleriyse, evin fındıkları ve dostunun parıltılı gözlerini andırıyorsa.

zaten bir evi olup da yine de gözü ufuğun ardında olanlara.

jimin'in gözleri ufuğun arkasını görmek için can atıyordu.

ada, sıcaktı her haziran olduğu gibi. ada oldum olası sıcaktı, birkaç kış ayı hariç. akşamın kör bir vakti bile tenini okşuyordu insanın sıcak. dördü de ılık havayı daha da ılıtan ateşin etrafında bir kare halini almışlarken, aslında çok da kare sayılmazdı -hoseok, taehyung'a sokulmuştu ve jimin bir şeyler anlatmaya kendini öyle kaptırmıştı ki bedeninin tamamı namjoon'a dönüktü- bir üçgenden halliceydi, dördü de hâlâ onlara katılmayan arkadaşlarını bekliyorlardı.

"peki bu kurguda benim yerim ne?" diye sordu hoseok, fındık poşetini açmaya çalışırken muhabbete dahil olmaya çalışıyordu. jimin düşünür gibi oldu onun söylediğine karşın. "sen... sen de deniz kızı falan olurdun herhalde. iyi yüzüyorsun."

"hoseok bir erkek!"

taehyung'un müdahalesiyle hoseok son derece büyük bir sakinlikle omuzlarını silkti. "deniz kızı olmak güzel olurdu ki. neden yoongi'yi köpek balığı yaptığını anlayamasam da-"

"sinirlenmiş belli ki..." namjoon, bir an için teyit etmek üzere konunun muhatabına baktı ama çok da oyalanmadı, zaten jimin'in duygularını yüzünden okumak hep imkansız olmuştu onun için. hoseok ve taehyung için de, seokjin için de muhtemelen. gerçek anlamda mutlu olmadığı sürece donuk bir ifade görürdünüz yüzünde, tamamen sebepsiz. "yoongi bir deniz canlısı olsa köpek balığı olmazdı zaten, şebek, palyaço balığı falan olurdu. ama o gerçekte bir köpek, bir golden retriever." o gerçekte bir kedi, bu bana kalsın.

bir rüzgar alıp konuyu yerdeki ince dalları savurduğu gibi savururken yanağının içini dişlemişti jimin. "ablam ceza aldığımı annemlere söylemiş," bir iç çekti. "hep böyle yapıyor. yarattığı hasarın farkına varmıyor. öyle saçma ki," diyordu jimin, yanan ateşten gözlerini alamıyordu. yorgunluktan olacak, o gün gözleri dalıp duruyordu ve birkaç sefer esnemişti de. yanan odunların çıtırtısı kulaklarına ulaşırken kalbine de hep aynı imayı yapıyordu. ne zaman bu koku ve ses bir araya gelse hep etrafını kontrol ederdi.

onlar da etrafında mı diye.

namjoon gibi. o da hep bir araya geldiklerinde altı kişiler mi diye kontrol ederdi. o gün altı kişi oldukları son gündü oysa.

namjoon, okul üniformasının üstünden jimin'in omzunu okşadı. "ablanla konuş, anlayacaktır."

"hiç sanmıyorum, tam bir salak. annemle babamın nasıl insanlar olduklarını siz benden daha iyi biliyorsunuz ama o nasıl bilemiyor? nasıl her seferinde üstüme gelmeyi başarıyor?"

yükselen duman ona ablasının silüetini hatırlattı. muhtemelen is kokusu üniformasına sinecekti ve annesi bir tur da bunun için konuşacaktı ona. keşke okuldan sonra eve gitseydi de öyle gelseydi buraya.

ateşin diğer ucundaki kişi, jimin'in tam karşısındaki taehyung, kocaman sırıttı. "namjoon'un yanında ablan hakkında nasıl böyle konuşabiliyorsun?"

kırlangıçlar gibi | yoonminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin