1

19 2 0
                                    

Yaşınız 19, yaşadığınız yer İstanbul, tek sevdiğiniz kemansa arnavut kaldırımların topuklu ayakkabıyla hiç te iyi anlaşamadığını bilir, bir tercih yapmak zorunda kalırsınız. Ya yolu değiştireceksiniz ya da ayakkabınızı. Ancak yapmak zorunda olduğumuz tercihler her zaman bu kadar kolay olmuyor.

"Bugün bitirdim okulumu anne. Her zaman istediğin gibi, kemanın yayını çekerken acıdan yumdum gözümü. Kalın notalarda gezinirken babamı, en ince notada çığlık atarcasına çalarken kemanımı, senin sesini hatırladım. Çok kez istedim okulu bırakmak, resitallere çıkmamak, konçertolarda yer almamak. Bıktım anne. Verdiği acıdan bıktım. Notaların bana sizi hatırlatmasından bıktım. Ama bırakamadım. Gömleğimin yakasını düzeltip taradığın saçlarımın her telini tek tek öptüğünü hissettiren kemanı nasıl bırakabilirdim. Babamın eli benim minik ellerimden çok büyüktü. Karşıdan karşıya geçerken bir kuralımız vardı ama, babanın elini sakın bırakma.Serçe parmağını tutardım onun. Şimdi arşeye sizin için tüm gücümle sarılıyorum."  Bugün yaptığım mezar ziyareti onlar için en anlamlısı olmalı. İlk defa onlara gurur duyacakları bir haber verdim. Her ne kadar toprağın altında ailemi bırakıp geri dönmek çok ağır gelse de ben hayatıma devam etmek zorundayım.

Kotuma bulaşan nemli toprağı silkip yoldaki çiçekçiden aldığım papatyaları annemin başucuna bıraktım. Devlet tarafından ailemi kaybettiğim için aylık gelirim ve ona ek büyük amcamın her ay gönderdiği belli bir miktara bugün her zamankinden çok ihtiyacım vardı. Dar gelen İstanbul'un, bugün küçük kalmış kıyafetlerim gibi dolabımdan ayrılma zamanı geldi.

"Özge evde misin?" telefonumu çıkarıp ev arkadaşımı aradım. 4 yıldır birlikte yaşıyoruz ve yarın ailesinin yanına okulunu bitirdiği için İzmir'e dönüyor. İzmir,havasıyla, insanlarıyla, sokaklarıyla en sevdiğim şehir. Beni İstanbul'a bağlayan okulum sona erdiğine göre bu kez ben bir şehire bağlanabilirim.

"Elif ben de tam seni arayacaktım. Eşyalarımı topladım ve ev bomboş görünüyor. Yemeği dışarda yiyelim mi."

"Olur benim de sana anlatacaklarım var." dedikten sonra Özge biraz durakladı. Bu tarz cümlelerden sonra hep kötü bir haber geleceğine inanır.

"Sen iyi misin?"

"Merak etme hiç olmadığım kadar. Güzel haberlerim var" diyerek biraz güldüm ve içini rahatlattım.

"O zaman rahatça sabırsızlanabilirim. Yemeğe Dominik'e gidelim mi?" Dominik evimize biraz uzak ama boğaza yakın bir yerde ismi olmayan oldukça büyük bir kafeydi. İsmi yoktu ancak biz Dominik olarak hitap ediyorduk çünkü sahibinin masaların altında gezinen Dominik isminde hantal bir kedisi vardı.

"Ah evet köftelerinin tadı aklıma gelince midem öyle bir guruldadı ki sen bile duymuş olabilirsin."

"Bana ulaşmadı ama tahmin edebiliyorum. Dominikde mi buluşalım eve gelecek misin."

"Orda buluşalım ben zaten durağa yürüyorum."

"Neredeydin ki? Diplomalarımızı aldıktan sonra seni göremedim. Koray ile birliktesindir diye düşünüp ikinizi de rahatsız etmemek için aramadım." 

Korayla üniversitenin ilk yılından beri birlikteyiz. O da Özge gibi mimarlık okuyordu ve Özge sayesinde tanışmış sayılabiliriz. Bazen aylık bazen haftalık projeleri oluyor ve bu projeleri gruplar halinde yapıyorlar. Bölümlerimiz aynı olmasa da okul içinde sık sık görüşüyoruz. Onlar da kendi grubuyla kantinde projeleri hakkında düşünürken Özge'nin yanına gitmek istemiştim. Koray ile aynı gruptaydı ve ilk defa o zaman karşılaşmıştık. Maalesef tek görüşte aşka inanan biri değilim. Koray ile de zaman içinde ilişkimiz başladı. 

"Evet aslında önce Korayla mezun oluşumuzu kutlamak için arkadaşlarıyla sahilde oturup bir şeyler içtik. Daha sonra o eve döndü bende annemlerin yanına gelip okulu bitirdiğimi söylemek istedim."

"Annenlerin yanına gideceğini söyleseydin yalnız bırakmazdım seni bende gelirdim."

"Bu kez yalnız olmak istedim."

"Anladım şimdi nerdesin?"

"Otobüse binmek üzereyim."

"O zaman kapattım. Dominik'te görüşürüz! Öptüm."

"Görüşürüz." Akbilimi basarken dünyayı kurtarması gerekiyormuş gibi kapıyı kapatıp hareket eden anlayışlı(!) otobüs şoförü yüzünden önümdeki yaşlı adama çarptım ve elindeki kağıtları düşürmesine neden oldum. 60-70 yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim adam arkasına bakmayıp özür dilememe fırsat vermeden kağıtlarını toplayıp arka tarafa ilerledi. 

"Küçükhanım ilerler misiniz?" diyen şoföre en yapmacık şekilde gülümseyip akbilimi çantama attım. Yaşlı adama çarptığım yerde bir kağıt kalmıştı. Kağıdı aldım, bu sayede özrümü de dileyebilirdim. Anladığım kadarıyla emeklilik işlemleriyle ilgiliydi ve 'Mehmet Demirbilek' adınaydı. Aynı soyadı paylaştığımız bu adamı daha önce görüp görmediğimi düşündüm ama yüzü bana Çin'deki bir insan kadar yabancıydı. Hem kağıdı tutup hem de insan duvarını yarmaya çalışarak arka tarafa doğru ilerledim. Tutunacak bir yere ulaşamıyordum ama düşmem de imkansızdı. Zaten adım atmakta zorlanıyordum. Yaşlı adamı gördüğümde önümde sadece 6-7 yolcu kalmıştı. Onları da kısa zamanda aşabilecekken otobüs durağa yanaştı ve yaşlı adam aceleyle indi. Dominik'te oturup yemek yemem gereken bir Özge, evde toplanacak valizler ve veda etmem gereken bir şehir olmasa inip düşürdüğü kağıdı 'Mehmet Demirbilek' e ulaştırırdım. Ama soyadlarımızın sadece tesadüf olduğunu düşünerek yaşlı adam adına üzüldüm. Belki bir gün İzmir'de karşılaşırdık.

Haziranın ortasında yağan yağmur yüzünden yol kenarlarında birikmiş suyu kaldırımdaki insanlara sıçratarak yanaşan otobüsten iner inmez telefonum titremeye başladı. Arayan Koray'dı.

"Acaba şu an otobüsten yeni inmiş olabilir misin?"

"Acaba telefonuma beni takip etmek için çip yerleştirmiş olabilir misin?"

"Ahahaha tabii ki hayır arkana bak sadece." dediğinde gülümseyerek arkamı dönndüm ama tanımadığım yüzlerden başka hiç kimse yoktu. O sırada elimde bi darbe hissettim ve telefonum yere düştü. Son duyduğum Koray'ın telefondan gelen "Ona ne yapacaksınız" bağırışıydı.

YeniHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin