çok az bir uyku, son dakika olduğu için bütçemin çok üstünde bir fiyattan alınmış bir uçak bileti ile yorucu bir uçak yolculuğu ve aceleyle hazırlandığım için birçok eşyayı koymayı unuttuğum sırt çantası ile sonunda taehyug'un ailesinin yaşadığı küçük şehre iniş yapabilmiştim.
havalimanın dışına yorgun ama aceleci bir şekilde yürüdüğümde taehyung'un babasının eski kamyonetine yaslanarak beni beklediğini gördüm. yere baktığı için beni fark etmiyordu. yanına gidip karşısında dikildiğim zaman beni ancak görebilmişti ki oldukça yorgun ve bitkin gözlerine bakınca bu hallerine şaşırmıyordum.
beni görünce rahatlamış gibi yaslandığı yerden doğruldu ve bir anda kollarını sıkıca boynuma doladı. rahatça sarılabilmemiz için çantamı omzumdan sıyırıp yere bıraktım ve belini sıkıca tuttum. derin bir nefes alarak başını omzuma gömdü ve iç çekti. rahatlamak, günlerdir hissettiği yorgunluğu atmak ister gibi bana sıkıca sarılıyordu, elleri omuzlarımı eziyordu, aldığı derin nefesleri hissedebiliyordum ve ayakta duracak gücü kalmamış gibi bütün vücudunu bana yaslıyordu.
"taehyung." diye fısıldadım saçlarını okşarken, konuşmak istemiyor gibi omuzlarını kaldırdığında ise sustum. bir şey konuşmak zorunda değildik. o istediği sürece burada durup ona sarılabilirdim çünkü sikeyim, onu çok özlemiştim.
kokusunu, tenini, elimin altında vücudunu, aptal temaslarımızı ve ona kaçamak bakışlarımı deli gibi özlemiştim.
şu an belki de üzgün olmasından ve yas tutmasından biraz faydalanıyordum ama onu gerçekten özlemiştim. uykularımı kaçıracak, belki tesadüfen karşılaşırız diye en sevdiği kitapçılarda, kafelerde dolanıp duracak kadar özlemiştim.
"iyi ki geldin." dedi bir anda sessizliği bozarak. tırnaklarını gitmemden korkar gibi tenime sertçe geçirdi ve tişörtümü avucunun içinde topladı. "gelmeseydin burada boğulacaktım. o kadar zor ki her şey."
"biliyorum." dedim saçlarını okşamaya devam ederken "yanındayım, endişe etme. artık yanındayım."
"teşekkür ederim."
gülümsedim ve başına çenemi yaslayıp dinlendim. benimle birlikte o uçaktan inen herkes çoktan gitmişti, sonraki sefere binecek insanlarla dolup taşmaya başlamıştı ve biz hala orada sarılıyorduk. şikayet etmiyordum, sanki yıllardır taehyung'u bu şekilde tutmak istediğim bütün anların acısını çıkarıyor gibiydim. elbette onu tuttuğum, iyi hissettirdiğim ve onun kokusundan başka her şeye duyularımın kapanacağı anları böyle düşünmemiştim, üzgün olmasından, acı çekiyor olmasından ve yas tutuyor olmasından nefret ediyordum. yine de ona iyi geldiğimi bilmek ve yanında olup acısını paylaşabilmek beni memnun ediyordu.
"gidelim mi?" başını gömdüğü yerden kaldırıp sorduğunda kirpiklerindeki yaşları fark ettim. ne ara ağladığını anlayamamıştım bile ve bu canımı sıkmıştı. ona sarılıyor oluşuma o kadar kaptırmıştım ki kendimi omzumda ağladığının farkında değildim.
"istiyorsan gidelim." diye fısıldadım ve elimi yanağına yaslayıp biriken yaşlarını parmağımla sildim. bu hareketime karşılık olarak gözlerini sıkıca kapatmış, dudaklarını birbirine bastırmış ve birkaç damla yaşın daha akmasına izin vermişti. onu böyle gördükçe kalbim acıyordu, hissettiği bütün acıyı onun yerine hissetmek isterdim.
"bebeğim benim." diye mırıldandım farkında olmadan. ne dediğimi fark ettiğimde ise utançla ağzım aralandı ancak taehyung'dan olumsuz bir tepki gelmedi. onun yerine sadece gülümsedi ve burnunu çekti. yanağında dinlenen elimin üstüne elini yasladı ve bana doğru bir adım attı. artık çok yakındık, fazlasıyla yakındık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
primadonna | taekook
Fanfictioniç çekişlerimi bastırmaya çalışıyorum çünkü sana ne zaman baksam kendimi liseli gibi hissediyorum text + düzyazı