Bugün kalbimi eski bir plak gibi
Öyle çok tersine çevirdim ki________
Tek duyabildiği ses ayakkabılarının dans ederken çıkardığı gıcırtı ve kalbinin yerinden fırlayacak gibi atışıydı. Beş çift ayak, aynı anda. Müziği duymuyordu artık, belki de müzik çalmıyordu bile.
Dans idmanlarının beşinci saatlerine girmişlerdi. Hepsi açtı; su şişelerindeki suyun yarısını içmiş, yarısını ise terden bayılmamak için üstlerine dökmüşlerdi. Bu saatlere girdiklerinde herkes daha gergin oluyor, tek bir yanlış anda söylenmiş söz birkaç gün konuşmamaya gidecek bir kavgaya sebep olabiliyordu. Herkesin iyiliği için gerekmedikçe konuşmama kuralı koymuşlardı bu yüzden.
Buna rağmen koreografinin hep aynı yerinde hata yapan Beomgyu'ya karşı diğerlerinin sabrı tükenmeye başlamıştı, ve o da bunun farkındaydı çünkü kendisine olan sabrı da tükeniyordu. Hiçbir şeyin yolunda gitmediği, bunun kendisine karşı manasız bir sinire neden olduğu ve bu sinirini sırf üzülecek bir şeyi olsun diye sevdiklerinden çıkartmak istediği türden bir gündü. Birileri ona bağırsın, hak ettiği gibi onu suçlasın ki akşam yatağına girdiğinde kendine olan acıma duygusundan uyuyamasın istiyordu.
Yine onun yüzünden şarkıyı baştan almaları gerekmişti, çünkü hem hata yapıyor hem de doğrusunu yapabilene kadar ara vermelerine izin vermiyordu. Nefes nefese "Bir kere daha." derken hoparlörün yanına çoktan gitmiş, şarkıyı başa sarmıştı. Dört grup arkadaşının kendi aralarında bakıştıklarını aynadan görebiliyordu ama o sadece bir kere bile olsa koreografiyi doğru yapıp evlerine gitmek istiyordu. Onları görmezden gelerek dans etmeye başladı.
Tek başına dans ediyordu ve diğerleri ona katılmadan kenardan izliyorlardı. Mantıklı düşünmeyi uzun süre önce bıraktığı için hiç düşünmemeye karar vermişti, artık ezbere bildiği kısımları sırf bitsin diye istemsiz bir şekilde aceleye getiriyordu. Dışarıdan bakan birisinin gözünde milyonlarca albüm satmış bir şarkıcı değil de suyun yolunu bulmak için çırpınan bir balık gibi görüneceğinden emindi. Sanki hareketleri daha baştan savma yaparak şarkıdan hıncını çıkarıyor, grup arkadaşlarına olan anlamsız sinirini de bir çeşit başkaldırıyla göstermek istiyordu.
Şarkı sorun yaşadığı yere gelemeden Soobin sakince yaklaştı ve elini omzuna koyarak dans etmeyi kesmesini sağladı.
"Hepimiz yorgunuz, eve gidelim."
Birisi müziği durdurdu, odada duyulan tek ses Beomgyu'nun nefes sesleriydi. Liderinin elini omzundan silkeleyerek ona dik dik baktı. "Siz gidebilirsiniz, ben buradayım." Anlık gelen cesaretin ardından bakışlarını yere kaçırdı.
Arkadan birisi sinirle nefes verdi. Aynalı duvarlara doğru ilerleyen ayak seslerini, eşyaların çantaya tıkılışını ve o çantanın omuza atılışını duydu. Sinirli ve yorgun bir ses "Bırak ne yapıyorsa yapsın, ben eve gidiyorum" diyerek kapıyı çarptı ve çıktı.
Aynanın önünde olanları izleyen diğer ikisi de hızla eşyalarını toplayarak en büyüklerini takip ettiler. Soobin ile Beomgyu yalnız kalmışlardı. Soobin Beomgyu'nun küçük sinir gösterisi hiç yaşanmamış gibi sabırlı ve nazik bir sesle konuştu. "Sana kızmayacağım. Yorgunsun. Eve gidelim."
Karşısındakinden bir cevap bile beklemeden Soobin ikisinin de eşyalarını omzuna atıp onu bileğinden tuttu; önce dans stüdyosu, sonra da şirketten dışarı sürükledi.
Arabaya binerlerken Beomgyu önce Soobin'in binmesini bekledi, sonra da bir tür üstünlük belirtisi olarak ondan en uzak koltuğa oturdu. İkisi de bunun işe yaramadığını biliyorlardı. Soobin haklıydı; o gerçekten yorgundu ve kemikleri dans etmekten bükülene, damarları yorgunluktan patlayana kadar dans etse bile sınırlarını aşmak verimli olmayacaktı.
Soobin böyle biriydi çünkü, kendini feda etmesine gerek yokken kendini feda etmesine izin vermezdi. Onun ne düşündüğünü herkesten iyi biliyordu. Ama bazen öğrenilmiş alışkanlıklardan vazgeçmek arkadaşlığın samimi duygularından çok daha fazlasını gerektirebiliyordu. Bazen bazı alışkanlıklar bir kere yaptığında seni sonsuza kadar kirleten lekeler gibiydi ve bazen sonu olmayan bir kuyuya düştüğünde seni kurtarmak için uzatılan bir halat boynuna bağlaman için uzatılmış gibi gelebiliyordu.
Kısa araba yolculukları sona erdiğinde teker teker arabadan indiler. Bu sefer ergenliğe daha yeni girmiş bir çocuk gibi davranmasına fırsat olmayacaktı, apartmanın ve dairelerinin kapısından beraber girmek zorundalardı. Sonunda yaptıklarının ve gereksiz çıkışmasının utancı onu içten içe yakmaya, boynunu kızartacak kadar içini kemirmeye başlamıştı. Merdivenleri çıkarken gözlerini Soobin'e çevirmemek için merdivenleri teker teker saydı.
Diğerlerinin eve gelmeleri üstünden çok geçmemiş olmasına rağmen herkes odalarına çekilmişti. Beomgyu da bunu yapmak ve yastığı ile kendini boğarak ağlamak için can atıyordu. Tek bir kelime etmeden odasının yolunu almışken bileğine bir el sarılarak onu durdurdu. Utancından kafasını çeviremiyordu, bir anlığına bunun da asilik gibi görünmesinden endişelendi ama Soobin onu tanıyordu.
"Endişelenme, kimse seni suçlamıyor. Hiçbir şey olmadı, hepimiz gergin ve yorgunduk. Lütfen kafanın içinden çık. Düşünme artık."
Fısıldanarak söylenmiş bu sözlerle gözleri anında doldu. Ağlanacak bir şey yoktu ortada, sadece bir şeyleri olduğundan daha fazla görmeden duramıyordu. Her şey önemliydi onun için, her şey büyüktü. Kafasını hafifçe salladığında Soobin'in onu avutmak ister gibi bileğini sıktığını ve bıraktığını hissetti. Boşta kalan eliyle ne yapacağını bilemiyordu, tereddütle odasının kapısının kolunu tuttu. Bir şeyler söylemek, teşekkür etmek, özür dilemek istiyordu ama yanlış kelimeleri seçmekten korkuyordu.
Soobin onun kararsızlığını hissederek sessiz adımlarla kendi odasına doğru ilerledi, kapının önünde duraksadı. "İyi geceler Beomgyu." dediğinde Beomgyu'nun ismi kapı kolunun gıcırtısına karışmıştı.
Beomgyu o gece ağlamadı. İçinde sabahtan beri olan sinir yerini başka tür bir gerginliğe, başka bir korkuya bırakmıştı. Midesi bulanıyordu, hiçbir şeyi anlayamıyordu. Kendini Daegu'dan Seoul'a ilk defa geldiği, ilk defa annesinden bu kadar uzun süreli ayrıldığı zamanki gibi hissediyordu. Ellerinin titrediğini, sıkmaktan avuç içlerinin terlediğini fark etti.
Küçükken kendini özgüvenle taşıyabilen insanlara çok imrenirdi. Hep utangaç biriydi, sevdiklerine karşı gürültülü ve sinir bozucu ama dışarıdan bakanlar için silikti. Onlar gibi olmak istediğini, dünyada kapladığı yerin hakkını vermek istediğini düşünürdü hep. Kendisine yapılan iyilikleri hakkında bu kadar düşünmek istemiyordu. O da iltifatları, başına iyi şeyler gelmesini hak ediyordu.
Bazen bunu kafasında bir tür dua gibi tekrarlaması gerekse de ilerleme kat ettiğini düşünmüştü. Oysa şimdi tırmanmayı çok uğraştığı merdivenlerin en tepesinden görünmez bir el tarafından itilmiş gibiydi. Kimin eli olduğunu göremiyordu, kendisininki bile olabilirdi.
Beomgyu o gece ağlamadı, tavanındaki yıldızları on beş kere saydıktan sonra uykuya daldı.