Bilinmezlik insanı yok ederdi. Önce kalbini ağrıtır, sonra ağrıttığı yeri çürütür ve vücudun diğer bölgelerine nüfuz ederdi. Bir bilinmezliğin ortasına düşmüştüm. Evet ben Tuğçe Ecem Özkaya ve bu bilinmezlik beni bitiriyor.
Bir sonuca ulaşmak istiyorum ama bilinmezlik bir bataklık gibi. Ne kadar çabalarsan o kadar batıyorsun. Ve bataklıktan kurtulmanın tek çaresi birinin yardım eli uzatması. Tabi dikkat edin, o kişi sizi daha fazla batırmasın.
Şehirden uzaklaşmış sakin bir yere gelmiştik. Daha ismini bile bilmediğim bir yabancıya bu kadar güvenmem yanlıştı. Fakat başka seçeneğim de yoktu. Herhangi bir kazancım da yoktu ki kendi kendime yeteyim. Daha üniversite okuyordum. Tatil bitince üniversite son olacaktım. Şu an 20 yaşındaydım. Okuduğum üniversite 4 yıllıktı. Psikoloji okumayı küçüklüğümden beri istiyordum bve şimdi bu hayalim gerçek olmuştu.
"İşte geldik." Düşüncelerimi kesen sese doğru döndüğümde karşımda büyük bir ev gördüm. Hayır bu bir ev değil villaydı. Hayır hayır, villa da değil burası bir konaktı. "Burası bir konak, öyle değil mi?"
Yabancının gözleri beni buldu. Başını hafifçe salladı. "Evet." Kısa ve net cevaplar veriyordu. Keşke biraz konuşsan ego torbası. "İyi de konakta tek yaşanmaz ki. Kiminle yaşıyorsun?"
"Konakta tek başına yaşanmayacağını kim söyledi?"
"Soruma soruyla karşılık verme. Sadece sordum!"
"Tek yaşıyorum küçük kız."
"Bana küçük kız deyip durmasana! Kaç yaşındasın sen?!"
"26 ufaklık."
"Yüce Rabbim işte, yaştan verip akıldan kısıyor."
"Hey! O bir kere boyla alakalı."
"Hiç farketmez, boydan vermiş yine akıldan kısmış."
Üzerime doğru gelip gözlerini kısarak bana baktı. Hala evin önünde duruyorduk. "Çok mu biliyorsun sen?" Yutkunup az öncekine göre daha açık ama yine de koyu ela gözlerine baktım. O hazır cevapsa bende öyle olurum! "Ah, hayır. O çok bilmişlik size ait."
Burnundan sıkıntıyla bir nefes alıp "İçeri geç." diye emir verdi. Daha fazla zorlamamak için kapıdan içeri girdim.
Bizi büyük ve ferah bir salon karşıladı. Salonun sonundaki merdivenler yanılmıyorsam üst kata çıkıyordu. Ayrıca salona girmeden hemen önce iki ayrı yönleri birbirine zıt koridor bulunuyordu. Nereye gideceğimi bilemezken yabancının sesini duydum. "Sen salona geç otur. Rahat olabilirsin. Ben senden önce bir kaç şey almıştım. Onları yerleştirip geleceğim." deyip yukarı çıktı. Bende salona doğru ilerleyip tekli koltuklardan birine kendimi attım.
Aradan geçen 5 - 10 dakika sonra yabancı geri geldi. Karşımdaki üçlü koltuğa oturdu. Derin bir nefes alıp açıklama yapmaya başladı. "Ben Sarp Yaman. Sarp Yaman Yetkiner. Bir şirkette çalışıyorum. Şirketin CEO'suyum. Seni gördüğümde aslında marketten dönüyordum. Sonra senin delice koştuğunu görünce arabadan inip yardım etmek istedim. Sonrasını biliyorsun zaten."
Evet biliyordum. Saçmalıktı. Yabancının gözlerine bakıp konuşacaktım ki ona yabancı denemem gerektiğini farkettim. Artık ismini biliyordum. Sarp Yaman. Acaba hangisini kullansam? Bence Sarp ismi yakışıyor. Daha fazla uzatmadan konuşmaya başladım. "Ben de Tuğçe Ecem Özkaya. 20 yaşındayım. Üniversite okuyorum. Tatil bitince üniversite son olacağım."
"2004 doğumlusun o zaman?"
"Evet. 26 Ağustos 2004."
"Doğum günün yakın o zaman?"
"Çok değil. Bugün Temmuz'un 19'u. Senin doğum günün ne zaman?" Aslında bu durumda doğumgünü konuşmak saçmaydı. Ama başka konuşacak bir şeyimiz yoktu. Konuşmaya başlayınca Sarp'a odaklandım. "Ben 12 Aralık 1998 doğumluyum."
"Yay burcusun."
"Aynen."
Salona tekrar sessizlik hâkim oldu. Ne yapacağımı bilmez bir halde etrafıma bakıyordum. Tanımadığının birinin evinde kalmak ne kadar doğruydu ki? Bunu neden yapıyordum? Offff! Yine bir bilinmezlik. "Ne düşündüğünü söyle bana." Gözlerim tekrar Sarp'ın elalarını buldu. Hemen söze atlayacaktım ama durdum. Madem o da az konuşuyordu ben de az konuşurdum. "Seni ne ilgilendiriyor?"
"Dedi evimde kalan küçük kız."
"Öncelikle küçük değilim! Ayrıca madem öyle ben gidiyorum!" deyip ayağa kalktım. Kapıya doğru giderken ayaklarımın altındaki zemine eziyet ediyormuş gibi hissettim. Hızlı hızlı kapıya yürürken filmlerdeki gibi beni kolumdan tutmasını bekledim ama o öküzden böyle bir şey beklemem saçmaydı. Gıcık sesi kulaklarımı doldurdu. "Eğer kapıdan çıkarsan bir daha giremezsin. Ayrıca evinden çok uzaktayız. Otobüs falan geçmez ve buradaki insanlara güven olmaz. Çıkmak istiyorsan çık."
Dönüp yüzüne nefretimi haykırmak istedim fakat bunu onun evinde yapmam saçma olurdu. Çünkü onu tanımıyordum bile. Ve bana zarar vermeyeceği ne malumdu? Bir dakika ya! Ben bu eve neden gelmiştim ki?! Ah salak kafam ah!
***
Şu an tek hissedebildiğim çaresizlikten başka bir şey değildi. O beni öyle tehdit edince yapabileceğim bir şey kalmamış ve kabullenişimin gösterisi olarak gidip oturmuştum. Sarp ise evin içinde kaybolmuştu.
Nereye daldığımı bile bilmeden dışarıyı izliyordum. Ağaca mı? Kuşlara? Yoksa güneşe mi? Farketmez çünkü içimdeki pişmanlık hissi gitmiyordu. Beni açıkça tehdit etmiş ve bu evden kaçamayacağımı söylemişti.
Evet sen Tuğçe Ecem Özkaya. Sen şu an buradasın. Tüm gerçekliğinle... Ve maalesefki, bir bok çukuruna battın.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YABANCI
Teen FictionHayatımız hiç beklemediğimiz bir anda alt üst olabilir. Belki de iki anda? Bilemeyiz...