O günden birkaç hafta sonra Kore birlikleri cesetleri toplamaya gelmişlerdi. Etraftaki moloz yığınlarını kaldırıp cesetleri almışlardı. Minho'nun bedeni de oradaydı, Minho ise ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.
"İçeride yaşayan var mı?" Bir asker içeri bağırdığında Minho başını kaldırdı.
"Buradayım! "
"Komutanım, kimse yok." Gelen sesle kaşlarını çattı. Daha yüksek bağırmak için yeltendiğinde boğazında bir acı hissetti. Gözlerini boynuna çevirdi. Boynundan köprücük kemiğine kadar ince bir cam parçası vardı.
"Ah... " Titrek bir nefes verdi, cidden çok acıtıyordu. Elini boynundaki cam parçasına attı. Çıkması için camı derisinin içinden hareket ettirdi, sonra hızlıca çekti. Onlara sesini duyuramıyordu. Bu yüzden kendisi çıkmak zorundaydı.
"Orada biri var mı? " Askerlerden biri tekrardan biri bir daha bağırdığında Minho bir kez daha seslendi.
"Buradayım! " Askerler tahmin ettiği gibi cevap vermedi.
(Birkaç Saat Sonra)
"Cesetler kamyona yüklendi mi? " Üzerinde Albay üniformalı bir asker erlere doğru yürüdü. Sarı saçları ceset kokan rüzgârda dağlıyordu.
"Evet, Albayım."
"Siz önden gidin, arkadan geliyoruz. " Erler asker selamı vererek yanından ayrıldılar. Albay ise etrafına bakınıyordu. Minho bir umut yanına doğru ilerledi. İçindeki umut hâlâ bitmemişti.
"Beni görüyor musun? " Yanına vardı, Albay hâlâ onu fark edememişti. "Albay Lee. " Albay onu görmemiş gibi es geçip harabe olmuş binaya doğru yürümeye başladı. "Ya! " Kolunu tuttu. Gözlerini eline çevirdiğinde eli titredi.
Eli, Albayın kolunda saydamlaşıyordu. Sinirle bir nefes verdi. Onların kendisini fark edememesinin sebebi buydu.
Onlara görünmüyordu, buna anlam vermesi çok zordu ama durum buydu. Görünmüyordu, görünemiyordu. Bu cümleler defalarca kafasının içinde yankılandı.
Albay'ın gittiği yönün tersine doğru ilerleyip bir taşa uzandı. Eli yeniden saydamlaştı, geri çekince normale döndü. Çaresizlikle diz çöktü. Gözlerini Albaya çevirdi, kamyona doğru ilerledi. Sessizce Albayın kamyona binip gidişini izledi.
Artık yalnızdı, kimse yoktu. Bunun bilincine vardığında koşarak kamyonun peşine ilerledi. Ama sadece birkaç adım attıktan sonra ne olduğunu anlamadığı bir şeye çarptı, önünde hiçbir şey yoktu. İki adım geriye gidip tekrar koşmaya başladı, başını aynı yere çarptı. Gitmesini engelleyen şeye doğru bir tekme savurdu.
"Siktir! " Üstü de kan revan içinde kalmıştı. Sağ gözünün çevresinde pıhtılaşmış kanlar vardı. Boynundaki kesik garip bir şekilde canını acıtmıyordu. Bunu hatırladığında elini boynuna götürdü, herhangi bir çizik bile hissetmiyordu. Eline bulaşan tek şey küçük deri parçaları ve kandı.
Tek eliyle saçlarını geriye atıp yere çömeldi. Yapabileceği hiçbir şey yoktu. Hiçbir şey bilmiyordu. Şu an ne olacağını, ne kadar daha yaşayacağını, nasıl yaşayacağını, bu binaya ne olacağını, insanlara kendini göstereceğini... Hiçbir şey bilmiyordu. Çoktan gece olmuştu, gözlerini ayın manzarasına çevirdi.
2024
O harabeye dönmüş akıl hastane çok uzun bir süre aynı kalmıştı. Savaş bittikten sonra orada hayalet olduğu söylenmişti.
Hatta arada bir liseliler ara sıra etrafı keşfe geliyorlardı. Minho onlara kendini göstermeye çalıştığında çocuklardan birkaçı onun sesini duyup nefesini hissettiklerinde akıllarını kaybetmişlerdi. Onu yarı saydam bir şekilde görenler de aynı haldeydi. Gece yarısı korkunç söylentiler duyulan bir hastanede üzeri yaralı ve kanlı yarı saydam birini gören kimse normal davranamazdı. Oradan kimse sağ çıkamamıştı.
Haberlerin üzerine çocukların ölümü de eklenince bir aralar bayağı bir gündem olmuştu. Bu yüzden kimse yıkmaya da cesaret edememişti. Ta ki etrafa yeni binalar yapılana kadar. O binayı da yıkıp yerine bir dershane yapmışlardı. Zamanla da hayalet meselesi unutulmuştu.
Tabi bu sürede Minho'da değişen hiçbir şey olmamıştı. Hâlâ aynıydı, her şey olayın başladığı gibiydi.
Arada bir anda kalbine bir sancı giriyordu. Birkaç dakika boyunca da geçmiyordu. Nedenini bilmiyordu ama olduğu zaman gerçekten ölecek gibi hissediyordu.
Sabah sekizi on geçe dershanenin zili çaldı. Hafta sonu olduğu için dersler erken başlıyordu. Fark etmeden ona çarpan öğrenciler arasında saydamlaşıyordu, artık alışmıştı. Takmıyordu.
Öğretmenler odasına doğru ilerledi. Jisung bu saatlerde burada oluyordu. Açık kapıdan içeri girdi.
"Herkese günaydın. " Hyunjin elinde bir simit poşetiyle içeri girdi.
"Vay." Jisung poşeti alarak Hyunjin'in omzunu sıvazladı.
"Günaydın." Chris içeri hızlı adımlarla girdi.
"Bak Hyunjin ne getirmiş. " Chris gözlerini poşete çevirdi.
"Hyunjin, canım arkadaşım benim. " Hyunjin gülümsedi.
"Senin dersin yok mu? "
"Şu an oraya gidiyorum. " Chris ağzında bir parça simitle konuştuğuna Jisung bir kahkaha patlattı.
"Kaybol." Chris elinde birkaç tahta kalemiyle odadan çıktı. Minho gözlerini ona çevirdi. Hyunjin ile Chris çok değişmişti. Önceki halleriyle alakaları bile yoktu, üstelik önceden Jisung'un düşmanlarıydı. Şimdi arkadaştan ötelerdi. Bu Minho'yu istemsizce sinirlendiriyordu ama yapacak bir şey de yoktu.
Birkaç dakika sonra Hyunjin de odadan çıktı, Minho Jisung'un karşısındaki boş sandalyeye oturdu. Kollarını uzun masaya yaslayıp başını kollarınının üzerine koydu. Gözleri Jisung'taydı. Gözlerindeki masumluk hâlâ aynıydı. Telefonundan oyun oynuyordu. Arada bir de gülümsüyordu. Gözlerini kapattı.
18.52
"Görüşürüz hocam." Jisung merdivenlerden inerken öğrencisinin sesiyle gülümsedi.
"Görüşürüz." Diğer öğretmenler çoktan çıkmıştı, sadece kendi sınıfı kalmıştı. Öğrencilerin çoğu da çıkmıştı. Jisung da öğretmenler odasından çıkıp aşağıya indi. Dershaneden çıkacağı sırada bir ses duydu. Gözlerini arkasına çevirdi. Koridorun sonunda iki silüet vardı. Hızlı adımlarla oraya doğru ilerledi.
Birkaç saniye sonra silüetlerden biri kayboldu.
"Niki, ne oldu? " Öğrencisinin koluna dokundu. Niki irkilerek ona döndü.
"Sanki bir şey gördüm de... Yanlış gördüm galib-" Birden yerde birkaç damla kan belirdi. Az önce kesinlikle o kan orada yoktu. Jisung istemsizce nefesini tuttu. Niki'nin o kanı görmemesi için koluna dokundu. Ama Niki çoktan o kanı görmüştü.
"Bir şey yok, gidelim." Niki başını salladı. Korktuğu her hâlinden belliydi. Niki hızlı adımlarla dershaneden çıktığı sırada Jisung tekrar aynı yere döndü.
"Kim var orada? " Sessizce mırıldandı. "Hey! " Bu sefer sesi daha yüksek çıkmıştı.
Oradaki kişi Minho'ydu. Kalbine yeniden bir ağrı girmişti. Şu an Jisung'un karşısında diz çökmüş eli kalbindeydi. Dudaklarının arasından sızan kan arada yere damlıyordu.
Ve diğerleri kanı görebiliyorlardı.
"Ah... " Kalbinin ağrısına bir de kulaklarında yüksek sesli bir çınlama eklendi. Ellerini kulaklarına götürdü. "Ah! " Birkaç saniye geçmesini bekledi. Jisung hâlâ oradaydı.
Tam gideceği anda istemsizce durup arkasını döndü. Yerde aynı kan ile yazılmış bir yazı vardı.
"Yalvarırım kurtar beni"
------------------
Sizce nasıldıı
Öneriniz varsa bekliyorumm
🩵🩵
ŞİMDİ OKUDUĞUN
"Save Me" • Minsung
Fiksi Penggemar"Yalvarırım, kurtar beni... " Minho, bir saldırının sonucunda telekinezi sayesinde ölümsüz bir ruh olarak bir akıl hastanesinde sonsuzluğa mahkum edildi. "Bir efsaneye göre insanlar reenkarne olduktan sonra önceki hayatında öldüğü yere mutlaka fark...