Hatırlamıyordu.
Kim olduğunu hatırlamıyordu, ismini hatırlamıyordu, üstünde saçlarıyla aynı renk beyaz elbisesiyle boyunu aşan yeşil çimlerin arasında yürürken bile nereye gittiğini, neden orada olduğunu hatırlamıyordu.
Kimdi? Adı neydi? Neden oradaydı?
Bilmiyordu.
Tek bildiği sadece orada kapana kısıldığıydı. Bunu bilmesini sağlayan sağ kalabilmeyi başarmış tek insani yanı; içgüdüleriydi. Ona kaçmasını söylüyordu.
Kaç, kaç, kaç...
Ama neyden?
Kaç gündür kayıptı peki yada kaç gündür hatırlamıyordu? Bunu da bilmiyordu. Tüm duyguları alınmış, tüm düşünceleri ve mimikleri alınmış gibi sadece önüne bakarak ilerliyordu. Elbisesi çimlere takılsa bile durmak bilmiyordu.
Ağlamak istemiyordu, konuşmak istemiyordu. Sadece görüyor, etrafini inceliyor, yürüyordu. Acı, açlık, üşüme hissi, uyuma isteği yoktu. Sanki ölmüş de araftaymış gibi bir yokluğun içindeydi. Bedeni insanı ihtiyaçlardan muaftı.
Yürümeye devam etti.
Yürüdü, yürüdü, yürüdü...
Hiçliğe ve sonsuzluğa doğru.
Yürümeye devam ettim.
Kadim taş duvarların arasından geçerken bir karga sürüsü başımızın üstünden uçtu. Sesleri uğursuzluğa işaret ediyordu. Bağırarak kaçışıyor yada uyarıda bulunuyorlardı. Hangisi olduğunu bilmiyordum. Umursamadım. Arkama bakmadım. Bir an bile ayaklarım aksamadı.
Kargaların sesleri arasından arkamda yükselen gölgeleri görüyordum. Sessizdik. Kadim taş duvarlara asılmış meşaleler önümüzü aydınlatırken, gölgelerimiz duvara oyulu kadim şekillere sürtünüyordu.
Kargalar susmadı.
Kız kardeşlerim ve erkek kardeşlerim, kargaların sesinden rahatsızlık duyduklarını belli etmediler. Büyü gücümün buna sebep olduğunu düşünüyor olmalılardı. Buna sebep olan ben değildim. Kargalar gerçekten ya bizi uyarıyor yada bizi lanetliyordu.
Yürümeye devam ettik.
Ağzımızı bıçak açmıyordu. Sessizdik. Bu kutsal labirentin duvarına oyulu kadim şekiller kadar sessizdik.
Labirentin bizi çıkardığı yüksek tavanlı mağaranın girişine kadar yürümeye devam ettik. Mağaranın ağzı birbirine sarılmış iki yılan heykelinden oluşuyordu. Yılanın iki başı da birbirlerine bakacak şekilde kapının ağzındalar, birbirine sarılmış gövdeleri kapının kirişlerini oluşturuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ruh Yansırsa Yüz Bulanıklaşır
FantasyLéane, her ırkın kendi krallığının olduğu ama hemen hemen çoğu ırkın tek bir krala bağlılık yemini ettiği bir ülkede yaşıyordu. Ülkesinin kralı diğer krallardan farklı olarak en yaşlısı doğmadan bile önce hüküm sürüyordu. Cadılar, şifacılar, binici...