Kör edici karanlığı atlatmış şimdi nefes kesici manzarası olan bir uçurumun kenarındaydı. Az önce bacaklarını bile ayırt edemeyecek bir karanlık onu kucaklarken şimdi eşsiz bir manzarayla gözleri ziyafet çekiyordu.
Ödül müydü bu?
Bilmiyordu, düşünemiyordu, anlam vermek istese bile bunun için çaba sarf edemiyordu. Sanki... Sanki... Olmuyordu işte. Yapamıyordu.
Bir şey ona engel oluyordu. Sanırım? Düşüncelerinin bulanıklaşmaya başladığını hissedince manzaraya odaklandı.
Yüzüne esen ve onu yere düşürmeye çalışan rüzgara karşı dimdik ayakta duruyor ve uçuruma bakıyordu. Atlasa ölür müydü? Kurtulur muydu? Bunu deneyecek kadar cesaretli biri değildi yada cesur biriydi ama o bunu hatırlamıyordu. Nasıl biriydi?
Kendi kendine hafızasını zorladı. Bir isim, daha önceleri aklına gelen bir düşünce, anne, baba, eş, dost... Aklına hiçbir şey gelmedi. Umutsuzluğa kapılmadı çünkü zaten başaramayacağını biliyordu.
Uçuruma tekrar odaklanıp bakınca bu sefer daha önce fark etmediği bir şeyi gördü. Bir ordu kadar kalabalık at sürüsü uçurumun yamaçlarına doğru sırtlarında taşıdığı insanlarla birlikte geliyordu.
Davul yada ona benzer bir ses adının ne olduğunu bilmiyordu ama bu insanların gelişini kutlar gibi ritmik bir sesle onları selamlıyor ve karşılıyordu.
Güm, güm, güm!
Kalbi de aynı bu ritimde çarpmaya başladı.
Şafak söküp yerini güneşe bıraktığı hâlde bile ben hâlâ çalışma odasında önümdeki evraklara bakıyordum. Tüm gece uyuyamamış Satvir beni yalnız bıraktığında ise odamdan çıkıp çalışma odasına kendimi atıvermiştim. Kafamı meşgul etmem gerekiyordu ki en iyi çözüm kesinlikle bir ton kağıtla göz göze gelmekti.
Kalbim beni uyutmuyor, midem ise bana rahat vermiyordu.
Uykusuz kalmaya alışkındım hatta işlerimi hallettikten sonra saatlerce uyumaya bayıldığım için bilerek her şeyi sabahlayarak hallederdim.
Satvir bana ne zaman yardım teklifi etse sürekli reddediyordum. Onun kendi sorumlulukları, benim ise kendi sorumluluklarım vardı. En ufak şeyde bile yardım alırsam şehrimi nasıl hak ettiği gibi yönetecektim? Nasıl layık olacaktım?
Bazen bu kadar sorumluluğun altında ezilecekmişim gibi hissediyordum.
Kapı zarif bir şekilde çalınıp düşüncelerimi böldüğünde kafamı ayinler ile ilgili şikayet ve önerilerin olduğu zarftan kaldırdım ve "İçeri gelin lütfen." diye seslendim.
Eva, hafifçe araladığı kapı ağzından kafasını uzatıp bana şirince gülümsedi. "Müsait misiniz, leydim?"
Koyu kahve saçları ve kestane rengi teni ile onu her zaman eski bir kütüphaneye benzetirdim. Hoş bir tabirdi. Bence.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ruh Yansırsa Yüz Bulanıklaşır
FantasyLéane, her ırkın kendi krallığının olduğu ama hemen hemen çoğu ırkın tek bir krala bağlılık yemini ettiği bir ülkede yaşıyordu. Ülkesinin kralı diğer krallardan farklı olarak en yaşlısı doğmadan bile önce hüküm sürüyordu. Cadılar, şifacılar, binici...