Simsiyah karanlık bedenini ve zihnini ele geçirirken hiçbir şey hissetmezsin. İçine ince bir soğukluk dolar, yavaş yavaş tüm vücudunu ele geçirir. İlk başta öldüğünü düşünürsün. Aslında karanlık içerisinde yaşamanında ölümden pek bir farkı yoktur. Karanlık saftır, tekdir, tek renktir. Eğer karanlıktaysan her şeyi net görürsün. Işık gibi değildir. Aydınlık seni yanıtlabilir çünkü parlar, karanlık kadar dürüst değildir.
O gece hava her zamankinden daha karanlıktı. Carthage Köyü'nde hayat normaldi. İnsanlar konuşuyorlar, çocuklar eğleniyorlardı. Bir köşede yaşlı bir adamın etrafına çocuklar ve yetişkinler oturmuş onun ve dedelerinin maceralarını dinliyorlardı. Bu adam Carthage Köyü'nün en yaşlı bireyi olan Dreson'du. Dreson hikayelerini anlatırken her zaman bütün çocukların gözleri bir kuzey yıldızı gibi parlardı. O akşam da yine hikayelerinden birisini anlatırken gözleri çocukların arasında Larfeal'in gözlerine kilitlendi her zaman olduğu gibi. Onun gözlerinde ki aydınlık çok daha farklıydı. Kuzey yıldızının ta kendisiydi sanki. Ondan çok şey bekliyordu. Larfeal annesi ve babası olmayan bir çocuktu. Dreson onu henüz bebekken omzundaki çift başlı yılan iziyle ormanda bulmuştu. Larfeal onu her zaman babası yerine koymuştu. Dreson onun büyüdüğünü ve gerçek bir savaşçı olduğunu görmeyi çok istiyordu. Bunun bahsini özel sohbetlerde açmıştı. Bu sohbetlerin en önemli noktası ise ona yaptığı hatırlatmaydı. Dreson'un yatağının altına gömülü olan gizli büyük sandık. Bir gün öldüğünde Larfeal'in o sandığı açmasını defalarca tembihlemişti ona.
Larfeal yaşlı hocasını dinlerken etraftaki eğlence ve sohbet seslerine hiç aldırış etmiyordu, aslında duymuyordu da. Larfeal henüz 13 yaşında temiz yüzlü, uzun saçlı, geniş omuzlu, uzun boylu, diğer çocuklara göre daha yetişkin ve olgun, sırtında her zaman ilk avının postundan yapılma bir peleriniyle birlikte oldukça ciddi görünümlü yeteri kadar savaş eğitimi almı bir çocuktu. O esnada Dreson'u dinlerken onun sesi onun için dünyadaki en güzel şarkı, en güzel çağlayan sesi, en güzel rüzgar sesi gibi geliyordu. Onun hikayelerini ve öğretilerini dinlerken kendini oldukça rahatlamış ve huzurlu hissediyordu. Ama bu huzur ilk defa bozuldu. Belki de son kez... Bir anda irkildi ve tüm dikkati dağıldı. Bunu çocuklar arasında ilk o farketmişti, tıpkı Dreson'un düşündüğü gibi bu çocukta farklı bir yetenek vardı, yiğit bir savaşçı olacaktı. Çok değişik kalın bir boru sesi duymuştu. Bu sesten sonra büyü sanki bozulmuştu. Bir anda sesler yükselti, uğultular çoğalmaya başladı. Bunun ne anlama geldiğini sadece Dreson anlayabilmişti:
- Kaçın!
Larfeal etrafına bakarken bir anda kendi kolunda bir baskı hissetti. Ve kendisini bir anda Dreson'un klübesinde bulmuştu. Yaşlı adam oldukça çevik çıkmıştı, bu kadarını beklemiyordu doğrusu Larfeal.- Burada kal, sessizlik çökene kadar hiçbir yere ayrılma evlat. Ve gizli görüşmelerimizde sana dediğim şeyi de unutma!
Demir sesleri duyulmaya başlandı. Kılıçlar kınından çıkıyor, Carthage Köyü'nün halkı direnişe hazırlanıyorlardı. Küçük bir köydü, onları neyin beklediğini bilmiyorlardı. Köye doğru hızla yaklaşan iri adamlar, devasa büyüklükteki vücut ölçüleriyle ön safta beliriyorlardı. Bunlar barbarlardı. Barbarlar iri görünümleri, üstlerindeki kalın hayvan postlarından yapılmış kıyafetleri, çirkin tipleri, bellerindeki küçük baltalar ve sırtlarındaki kocaman baltalar ile bu arazi de çabucak tanınabilirlerdi. En ön sıradaki barbar önündeki aciz halka bakarak kendi kendine fısıldadı:- Av başlasın!
Gecenin karanlığı delinmişti. Karanlıkta artık kırmızı bir dalga etrafa yayılmıştı. Kılıç ve balta darbelerine maruz kalanlar sadece kesici aletlerden inen rüzgar gibi sesleri duyabiliyorlardı. Sonrasında ise şansları varsa kanın etrafa sıçrayışını görebiliyorlardı. Larfeal savaş acemiliğinin de verdiği iç güdüyle korkmuş hissediyordu. Yerinden kıpırdayamaz bir halde sadece sıçrayan kan seslerinin kesilmesini ümid ediyordu.Dakikalar sonra etrafa sessizlik çöktü, her yer talan olmuş. Etrafta cesetler, vücut parçaları, yemek gereçlerinin içi kan ile dolmuş. Her yerden alevler yükseliyordu. Barbarlar için temiz bir yağma olmuştu... Bu manzara karşısında Larfeal kusmamak için kendisini zor tuttu. Ama direnmek zorundaydı, hala tehlikede olabilirdi. Gözleri Dreson'u arıyordu ama ondan bir iz yoktu. Öldüğünü düşündü bir an, gerçi barbarların eline düştüyse zaten ölmüş demektir. Bunun da farkındaydı. O korkuyla yeniden klübeye döndü dışarı çıkmak istemedi. Larfeal'in aklına sandık geldi. Onu bulduktan sonra açmak için başında dikildi. Büyük bir gacırtı ile açıldı sandık... İçinden çıkan şey o karanlıkta bile gözlerini kamaştırmıştı. Kabzasında çift başlı yılan işareti olan bir kılıç.
Elleri kılıca uzanırken bir anda vücudunda bir yoğunluk hissetti. Vücudu kilitlenmiş, gözleri sonuna kadar açılmış vaziyette tavana bakıyordu. Vücudunda büyük bir şok etkisi vardı. Büyüyü hissedebiliyordu. Görmeye başladı. Kılıcın ona sunduğu görüntüleri görüyordu. Ailesini, nasıl katledildiklerini görüyordu. Bir anda elleri yerde dizlerinin üstüne buldu kendini, nefes nefeseydi. Bu görüntülerin peşine düşmek zorundaydı. Dreson bunu ona sunduysa onun nereden başlayacağına dair ipucunun bırakmış olduğuna da emindi...