Ayrılık Vakti

115 8 3
                                    

          Karanlık bazı insanlara kötü gelir, kimisine ürkütücü gelir. Gölgelerden korkar insanlar, kendisine ait olmayan gölgelerden... Bir nesnenin gölgesinden, bir insanın gölgesinden veya bir varlığın gölgesinden. Ama bazı insanlar da karanlıktan korkmazlar. Aksine karanlığa sığınırlar. Kendi hatalarından kaçmak için karanlığa sığınırlar. Başkalarının hatalarından kaçmak için karanlığa sığınırlar. Aydınlıkta ise kendileriyle yüzleşirler...

          O gece Larfeal için gün doğmak bilmiyordu. Korku etrafını sarmıştı. Yağmanın üzerinden saatler geçmesine rağmen hava hala karanlıktı. Klübenin içerisinde sandığın başında dizlerini göğsüne çekmiş şekilde oturuyordu. Dışarıdan burnuna gelen kan kokusu Larfeal'i iyice sersemletmişti. Artık dayanacak gücü yoktu, gözleri bu savaşa yenik düşecekti. Gözleri gittikçe ağırlaşıyor, kendisini karanlığa teslim ediyordu sanki. Gözlerini kapattı...

          Uyandığını hissediyordu, gözleri hala kapalıydı. Klübenin içine vuran güneş ışığını hissediyordu göz kapaklarında. Bir an olsun her şeyin rüya olduğunu düşündü, yüzünde bir tebessüm belirdi. Gözlerini açtı ve sandığı gördünce yüzündeki tebessüm soldu. Rüya olmadığını anladı. Sandığı kapattı ve dışarı çıkmaya karar verdi. Kapı gıcırdayarak açıldı. Kapı açılır açılmaz gözlerine vuran güneş ışığı gözlerini acıtmıştı. Etrafı birkaç saniye bembeyaz gördü, aydınlık yerini normal bir görüş açısına bıraktığı zaman etraf yeniden karnalığa gömülmüştü. Bu manzarayı görmemiş olmayı diledi. Etraftaki cesetleri görüyordu. Ceset parçaları, kanlar, savaş aletleri, uçuşan sinekler... Midesi bulanmıştı Larfeal'in. Bu köy de kalamazdı. Dreson'un yardımına ihtiyacı vardı, en sevdiği öğretmenini arıyordu gözleri. Cesedini bulmak için etrafı gezmeye başladı ama ondan bir iz bulamıyordu. Belki de ölmemiştir diye bir anlığına ümitlendi. Bu manzara karşısında daha fazla durmamak için yeniden klübeye sandığın başına döndü. Yeni başlangıç bu sandıktaydı buna emindi. Her şeyi hatırlamaya çalıştı.

          "Burada kal, sessizlik çökene kadar hiçbir yere ayrılma evlat. Ve gizli görüşmelerimizde sana dediğim şeyi de unutma." Bu cümleyi hatırladı ve boğazı düğümlendi. Sandığın önemi neydi, bir kılıç parçası olamazdı. Ve bir anda dehşete kapıldı. Kılıca dokunduğunda gözünün önüne gelen görüntüleri hatırladı. Yeniden görmek ümidiyle kılıca dokundu. Dehşetle dokunuyordu, kılıç elini kesmişti kanın farkında değildi. Kılıcı masaya koydu incelemeye başladı. Kılıçtaki çift başlı yılan sembolüne bakıyordu, omuzundaki sembol ile aynıydı. Ailesinden kalma olduğuna emindi. Belki de Dreson Larfeal'i ormanda bu kılıç ile birlikte bulmuştu.

          "Acaba kılıçta bir mesaj mı gizli?" diye merakla kendine sordu Larfeal. Daha da incelemeye başladı, hareket eden bir kısmının olabileceğini düşündü. Düşündüğü an kılıcın kabzasının dönmeye meyilli olduğunu farketti. Biraz uğraş ile kılıcın kabzasını döndürdü ve kabzasını söktü. İnceleyince içerisinde bir kağıt olduğunu farketti. Sarılmış kağıdı büyük bir titizlikle çıkardı, oldukça ümitlendi ama kağıdı açtığında boş olduğunu görünce büyük bir hayal kırıklığına uğradı.

          "Lanet olsun!" diyerek öfke ile kağıdı eline aldı ve sıkmaya başladı, kılıcı yeniden bütünleştirip ile dışarı çıktı.

          "Ne yapacağım bu lanet olası yerde!"

          Gözleri bu kan banyosunun yapıldığı manzaraya iyice alışmıştı. Kağıt hala elinde sıkılmış ve buruşmuş şekilde duruyordu. Ağlamak istedi, gözlerine karşı koymamaya çalıştı. Bu lanet olası yerde tek başına olduğu yeniden aklına gelince gözünden yaşlar süzüldü. Kütüğün başında otururken boş anına denk geldi ve gözleri yeniden kağıda kaydı. Belli belirsiz bir şeyler vardı.

          "Bu da ne?" diyerek kağıdı şaşkınlıkla incelemeye başladı. Kağıtta belli belirsiz bir şeyler yazıyordu, bazı kısımları eksikti. Elindeki kanı farketti, yoksa elindeki kan mı bu kağıdı okunabilir kılmıştı? İstemeyerekde olsa avucunu ailesinden kalma olarak düşündüğü kılıcıyla hafifçe kesti, kan yoğunlaştığı zaman kağıt ile temas ettirdi. Kağıt yavaş yavaş okunabilir bir hale gelmişti.

          ''Marusca Köyü'ne git ve Gabriel ile gördüklerin ve bulduğun şey üzerine konuş. Yazıyı okuduktan sonra yazının altta kalan kısmını ateş ile yakmayı unutma!''

          Marusca Köyü'nü nasıl bulacağını düşündü. Etrafında kimsenin kalmadığını hatırladıktan sonra buralardan uzaklaşıp soruşturarak bulmayı düşünebilmişti. Buradan toparlanıp gitmeden önce yapması gereken son şey vardı. Ölenleri onurlandırmak için cesetlerini ateşte yakmalıydı. Her şeyi ayarladıktan sonra ateşi yaktı, gözlerinden yaş geliyordu. Burdaki çoğu insanı tanıyordu ve artık yoklardı. Onları sonsuz aydınlığa uğurladığını düşünüyordu ki birden kağıdın da yakılması gerektiğini hatırladı. Mesajda da denildiği gibi kağıdın alt kısmını ateşe değdirmek üzereyken bir çizginin çıktığını farketti ve kağıdı dümdüz şekilde ateşe yaklaştırdı. Çizgiler ardı ardına beliriyor ve birleşiyordu. Her çizginin birbirini takip edişini izledi ve bu hareketlilik son bulduğunda bunun bir harita olduğunu farketti. Bazı köy isimleri vardı, o isimler arasında Marusca Köyü'nü bulmuştu. Bütün bunların ne için olduğunu düşünüyordu, ailesinin vermek istediği mesaj neydi, ormana terkettikleri çocuğunun bilmesi gereken şey neydi? Bütün bunları düşünürken kalbi hızla çarpmaya başlamıştı ardından kendi kendine hırs dolu bir his ile:

          "Bekle beni Gabriel..."

Son Mum IşığıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin