Bir Ütopya, bir cehennemden beslenir.
~
7 Ocak 2052
00.45Gecenin rüzgarı, vücudunun her bir köşesine bulaşmış olan kanı anında kurutacak kadar soğuktu. Nefes nefese kalmıştı ama yine de durmadan saatlerdir koşuyordu. Duramazdı. Arkasına bile bakmadan kucağında taşıdığı oğlunu güvenli bir yere bırakmadan durmak sadece onun için ölüm olurdu.
Yaşlar gözlerinden bile akamıyor, çaresizce ayakta kalmaya çalışan bacakları artık hızlı koşamıyordu. Soğuk hava boğazından geçip nefes almasını engelliyordu. Birkaç saati kalmıştı. Birkaç saat sonra, her şey onun için sona erecekti. Oğlunu kurtarmak için geç kalamazdı.
Kocaman ve yoğun olan ağaçların arasından sıyrılıp geniş olan araziye en sonunda vardı. Ay ışığının daha iyi etrafı aydınlattığı bu yerde, gitmesi gereken sadece birkaç kilometre daha olduğunu da anlamıştı. Adımlarını yeniden hızlandırdı. Kalan gücünün tümünü kullanmaya çalıştı. Sertçe sıktığı dişleri ve endişe dolu gözleriyle oğluna baktı. Hâlâ baygın bir şekilde kollarının arasındaydı. Ardından başını arkaya çevirdi. Hâlâ peşindelerdi.
Birkaç tanesi eksilmiş gibi gözükse de hızla koşarak adama yaklaşmaya devam ediyorlardı. Aralarında nerdeyse üç yüz metre olmasına rağmen kendisini yakalamaları an meselesiydi. En ufak bir durma bile her şeyin sonu demek olabilirdi. Önüne geri döndü. Fakat dönmesi ile ayağının büyük bir taşa takılıp düşmesi bir oldu. Acı içinde, sırtüstü yere düşen adam yine de oğlunu tutmaya devam ediyordu. Sıkıca kapadığı gözlerini ona doğru bağırarak gelenleri daha yakından duymaya başlayınca açtı. Her tarafı mahvolan adam ayağa kalkmaya çalışsa da sırtı öyle sert yere yapışmıştı ki yere, hiçbir yerini hareket ettiremiyordu.
Bu sefer gözlerinden akamayan yaşlar serbest kaldı. Hıçkırarak, çaresizce ağlamaya başlayan zavallı adam, oğlunun başını uzunca öptü. Son, artık sadece on metrelerce önünde ona doğru yaklaşanlardaydı.
"Özür dilerim." dedi pişmanlık dolu sesiyle. "Sana güzel bir hayat sunamadığım için affet beni, oğlum."
En sonunda adamın ve oğlunun yanına vardıklarında, ölümün kolları onlara kucak açmıştı bile. Oğluna dokunmasınlar diye sımsıkı sardı ve saklamaya çalıştı lakin nafile olduğunu o da biliyordu. Aralarından önde duran, üzerine atladığında diğerleri de ona katılacakken bir el ateş sesi duydu. Üzerine kanlar içinde düşen bedene korkuyla baktı. Tam kafasından vurulmuştu. Ardından seri bir şekilde ateşlenen silahlar, şaşkınlıkla etrafa bakmasına neden olmuştu.
Saniyeler içinde onu kovalayanları etkisiz hale getirmişlerdi. Ne olduğunu algılamak için yerdeki kafasını arkaya çevirdi. Büyük bir zırhlı aracın kendilerine doğru geldiklerini gördü. Aracın farları yüzünden kısılan gözleri, tam arkalarında durana dek sabit kaldı. Kulağı çınlıyor, başı dönüyor ve her bir zerresi acı içinde, nefes almaya çalışıyordu.
Arabadan inen üç kişi hızlıca yanına geldi. Ellerinde silah ve üstlerinde özel bir kıyafet olduğundan dolayı onların kim olduklarını anlaması zamanını almamıştı. Aralarından biri, üzerinde ölü bir şekilde duran bedeni sertçe tekmeledi. Sonra da adamın üzerine eğildi. Taktığı siyah maskeden dolayı yüzü tam olarak gözükmese de gözlerini kısıp ona baktığını görebiliyordu. Önce kanlar içindeki adama, sonra da kucağındaki baygın çocuğa baktı. Kısa bir süre ikisini süzdü. Bir elini kanın fazlaca yoğun aktığı sağ omzuna doğru götürdüğünde anladı.
Adam ısırılmıştı.
"Lütfen... Alın oğlumu." dedi artık neredeyse çıkmayan sesiyle. "Kurtarın onu." Git gide beyazlaşan suratından dolayı çok kısa bir zamanı kaldığını anlamıştı. Maskeli adam, tepkisizce çocuğa baktı. Kolları arasındaki minik bedeni kendisine çekti ve onun da ısırılıp ısırılmadığını kontrol etti. Görünüşe göre oğlu sağlıklıydı.