Ⅲ: Equinox

3 0 0
                                    

Herkese şeker tadında bayramlar dilerim. Okunmamız olmuş 7, kocaman bir aile olduk \^o^/ şaka bir yana umarım bu kurgu ve bu bölüm hoşunuza gitmiştir. Bilen bilir, beğeniden çok yorumu severim. okuyucu ile sohbet bir başka. Hadi keyifli okumalar...

NOT: Kimse dinlemediği için şarkı koymuyorum. İsteyen olursa eklerim diğer bölümlerde.

_______________________________________________________________


Echelon Akademisi, bir hiyerarşiye dayalı olarak seviyelerden oluşan bir yapıya sahipti. En alt seviyeden en üst seviyeye kadar, her seviyede öğrencilerin bilgi ve güçlerini geliştirdiği bir sistem bulunuyordu. Ancak, en alt seviyedeki öğrenciler genellikle daha az deneyime ve yeteneğe sahip oldukları için, akademinin zorbalık ve dışlama gibi sorunlarla karşılaşma olasılıkları daha yüksekti. Baekhyun da bu durumu en acı şekilde deneyimleyenlerden biriydi. En alt seviyede yer aldığı için, diğer öğrenciler tarafından sıklıkla hor görülür ve dışlanırdı.

Ateşlenmesinin üzerinden birkaç gün geçmişti ve Baekhyun o günlerde kendisini çok halsiz hissederdi. Ancak kimse onun bu zayıflığını umursamaz, hatta kullanırlardı. Bugün de o günlerden biriydi. Baekhyun, Echelon Akademisi'nin arka tarafında, üst seviyedeki öğrencilerin aşağılayıcı sözleri altında eziliyordu. Sessizlik, onu çevreleyen soğuk duvarlarla birlikte, içindeki umutsuzluğu daha da derinleştiriyordu. Üst seviyedeki öğrenciler, Baekhyun'un etrafını sarmış, ona hakaretler yağdırırken, acımasızca gülmeye başlamışlardı.

"Bakın, en alt seviyeden gelen küçük bir hiç." dedi biri alaycı bir ses tonuyla. "Ne kadar da zavallı." diye ekledi başka biri. Baekhyun hiçbirini tanımıyordu. "Burada senin gibi kayıp bir çocuğa asla yer yok." diye fısıldadı bir diğeri, gözleriyle onu aşağılayarak.

Baekhyun neden böyle zorbalığa uğradığını anlamıyordu. Canı acıyordu, onlar eğleniyordu. Ağlıyordu, onlar eğleniyordu. O bir oyuncak mıydı? Oynadıkça eğleniyorlardı. O, sessizce orada dururken, kendi bedenini bir oyuncak gibi hissediyordu; manipüle edilen, hor görülen ve hiçe sayılan bir nesne gibi. Üst seviyedeki öğrenciler, onunla istedikleri gibi oynayabilirlerdi, çünkü onlar için sadece bir hedef veya bir eğlence aracıydı.

Baekhyun karnına bir tekme yerken gözleri tanıdık gözlere rastladı. Birkaç metre uzağında olan Sehun onu izliyordu. Maruz kaldığı zorbalığa ilk şahit oluşlarıydı. Baekhyun ilk defa bu zorbalığa daha fazla katlanmak zorunda kalmayacağını düşündü. Ancak içindeki umut filizlenemeden çürüdü.

Baekhyun'un gözleri, Sehun'un sırtını dönüp uzaklaşırken izledi. Her adımı, Baekhyun'un içindeki çaresizlik duygusunu bir kat daha artırdı. Sehun'un ilgisizliği, Baekhyun'un içinde derin bir yara açtı ve bu yara, artık bir yangın gibi içini yakıyordu. Kin ve öfke, Baekhyun'un ruhunu sarmalamaya başladı, umutsuzluk ve acıya ekleniyordu.

Sehun'un kayıtsız tavrı, Baekhyun'un içindeki son umut kıvılcımlarını da söndürdü. Düne kadar aile sandığı kişinin, şimdi ona yabancı gibi davranması, Baekhyun'un içindeki karanlığı daha da derinleştirdi. Gözlerindeki umutsuz bakışlar, onun yalnızlığını ve çaresizliğini yansıtırken, içindeki öfke ve kin adeta bir volkan gibi patlamaya hazırdı. Sehun'un görmezden gelmesi, Baekhyun'un içindeki karanlık duyguları daha da körükledi, onu daha da derin bir ruhsal çöküntüye sürükledi.

Onunla eğlenenler sıkılınca oradan ayrıldı. Baekhyun kıyafetlerini düzelterek kalktı oradan. Canı acıyordu ama kalbi daha da acı içindeydi. Annesi her zaman onların bir aile olduğunu vurgulardı. Ama aile neredeydi? Aile, sevgi dolu bir sığınak mıydı, yoksa yalnızlık ve kederin daha da derinleştiği bir hapishane mi?

Kirlenmiş kıyafetleriyle dersine girdi. Öğretmen bile umursamazdı ki öğrencileri umursasın. Saatler aheste aheste geçerken akademi de bitmişti. Baekhyun güneş batmadan önce tapınağa gidecekti. Tapınakla ilgilenen kimse olmadığı için bakımsız kalıyordu. Bu yüzden Baekhyun orayı önce bir güzel temizliyor, ardından da Tanrı'ya dua ediyordu. Bu onun ruhunu rahatlatabilmesinin bir yoluydu.

Tapınağa girdiğinde ilk önce yerleri ve sonra sandalye ile heykelleri temizledi. Her gün geldiği için o kadar kirlenmiyordu. Ayrıca geceleri buraya ziyarete gelen Yoona ablası için temiz bırakmak istiyordu. Sandalyelerden birine oturdu ve avuçlarını birleştirdi.

"Sevgili Tanrım, senin seçtiğin insanın bir çocuğuyum. Tek çocuğuyum demek zor. Çünkü 12 tane daha çocuğu var. Biliyorum, kıskançlık en büyük günah. İsyan etmek ise daha büyüğü. Ama kalbim dayanmıyor. Aklım ise kaybedecek gibi hissediyorum. Ne zaman ben de sevileceğim?" Sandalyeden inerek yere diz çöktü. "Kabul görmem için bana da güç ver Tanrım. Ben daha fazla dayanamıyorum. Lütfen sesimi duy!" Baekhyun başını yere gömerek ağlamaya başlamıştı. En son ki ağlayışının üzerinden ne kadar geçmişti, hatırlamıyordu. Ama bu ağlayış onu çok rahatlatmıştı.

Kuleye döndüğünde odasına giderek kıyafetlerini değiştirdi. Neredeyse yemek vaktiydi ve geç kalmıştı. Yemek salonuna geldi. Neyse ki annesi hala burada değildi. Kendine ayrılan bölüme otururken annesi de gelmişti. Tekrar ayağa kalkmak zorunda kaldı ve kraliçenin oturmasıyla oturdu. Herkes yemeğe başlarken Yoona sesli bir şekilde çatalını tabağına bırakarak herkesin dikkatini çekti.

"Önemli bir konu hakkında konuşmak istiyorum." Kraliçe devam etmesi için başını salladı. "Sorumlu olduğum Ectopia Korulukları'nda birkaç yabancı ruha rastlanılmış. Bazı ruhlar onlardan kara büyü sezdiğini söylüyor." Karina'nın kaşları çatıldı. "Herhangi bir taşkınlık çıkarmışlar mı?" Yoona başını iki yana salladı. "Henüz bir ruhlarken bir şey yapamazlar ama kendilerine uygun beden bulduklarında öyle rahatlık vermeyeceklerdir."

"Ne yapmayı düşünüyorsun?" diye sordu Karina. "Azize eğer izin verirse Yeri ile birlikte onları yakalayabilir ve nereden geldiklerini öğrenebiliriz." Karina verilen cevap ile hoşnutlukla başını salladı. "Size bırakıyorum." Asıl sorun halledildikten sonra yemek sohbet havasında ilerledi. "Bugün sizinle idman yapacağız." Karina keyifli olduğunda varisleri ile dövüşür, onlara yeni taktikler verirdi. Bugün de o günlerden biriydi. "Baekhyun sen de orada ol." Baekhyun kendisine teklif edilmesiyle kafa karışıklığı ile annesine baktı. "Ben de mi?"

"Evet." Karina hiçbir şey demeden oradan ayrılırken Baekhyun annesinin bu hareketinin nedenini sorguluyordu. Yoksa Tanrı sesini mi duymuştu? Sevinçle ayağa kalktı ve ona bakanlarla göz teması dahi kurmadan odasına gitti. "Bir de bununla mı uğraşacağız." dedi Chanyeol sinirle. Baekhyun'u şeytandan aşağı görmediği için ölesiye nefret ederdi. "Dövüşmeyi biliyor mu ki? Notları hep F'di." diye sordu Minnie. "Bugün akademide onu zorbalığa uğrarken gördüm." dedi Sehun. "Akademide zorbalık mı görüyormuş?" dedi her şeyden bir haber olan Chen. "Muhtemelen. Göğsünde birkaç morluğa şahit oldum." diyerek onlara katıldı Lay.

"Neden yardım etmedin?" dedi Xiumin. "Ne yapabilirim? Onun kraliçenin çocuğu olduğu saklanıyor." Kai dudaklarını büzdü. "Onun yerinde olsaydım, sizler beni o halde bıraksaydınız çok kırılırdım." Sehun Kai'nin dediğiyle endişe içinde kaldı. "Beni görmüş müdür?" Sehun onu o halde görünce hissettiği şaşkınlıktan dolayı birkaç saniye bir şey yapamamıştı. Sonrasında gitmenin akıllıca bir karar olduğunu düşünerek oradan ayrılmıştı. "Görmüştür. Çünkü gelince seni öldürecek gibi bakıyordu." dedi Kyungsoo alay ederek. "Geçmiş olsun Sehunnie. Bir şeytan kancayı sana taktı bile." Minnie de Kyungsoo ile birlikte alayına devam etti. Küçük kardeşle uğraşmak onlara eğlenceli geliyordu. "Abi, bu gece tapınağa gidelim. Tanrı'ya dua etmemiz lazım." dedi Sehun Suho'ya. Daha önce bir şeytanla karşı karşıya gelmemişti ve bu onu ölesiye korkutuyordu.

"Azize'yi bekletmeden gidelim." dedi Yoona konuşmaya nokta koyarak. Herkes masadan ayrılarak kıyafetlerini değiştirmek için odalarına gitti. İdman için bahçeye ilk çıkan Baekhyun olmuştu. Rüzgar esse de içindeki heyecan vücudunu ısıtmaya yetiyordu bile. Onun ardından Kai geldi. Kai bahçeye çıktığında soğuk hava yüzünden titredi. Ancak karşısında heyecanla yerinde kıpırdana Baekhyun'u görünce ilgisini ona yöneltti. Oldukça zayıf bir çocuktu. Rengi soluktu, ruh görmüş gibi. Fakat dudaklarında tatlı bir gülümseme vardı. Baekhyun'un daha önce güldüğünü görmemişti. Yemek yerken güzel dişlere sahip olduğunu fark etmişti ama güldüğü zamandaki halini merak etmiyor değildi. Garip saç rengi haricinde şeytana benzer hali yoktu. Aynı kraliçe gibi gözleri vardı ve bunu ona yakıştırıyordu. Kai'ye Güneş'in Öptüğü Çocuk derlerdi ama Baekhyun'a kesinlikle Işığın Çocuğu diyebilirlerdi. Hiçbir karanlık tarafı yoktu bu çocuğun.

Bir süre sonra diğerleri de geldi. Kraliçe giydiği idman kıyafetleriyle düzgün vücut hatlarını görsel şölen olarak sunuyordu. Keza diğer kadınlar da öyleydi. Erkekler de yapılı vücutlarını dar tişörtler ve pantolonlar içerisinde gösteriyordu. Baekhyun içlerinde en sönük olan olduğunu düşünse de annesinden aldığı bir yüzü vardı. Gerçek dışı yüzü ile bakanların beğenisini kazanıyordu.

"İlk önce yakın dövüş, daha sonra silah, ardından da güçlerinizle seviyenizi ölçeceğim. En sonunda ikili karşılaşmalar olacak. Anlaşıldı mı?" Herkes kraliçeyi onayladı. İlk dövüş Yoona ileydi. Baekhyun bir kenarda oturmuş onları izliyordu. Annesini ilk defa bu halde gördüğü için heyecanlıydı. Diğer herkesi ilk defa bu halde gördüğü için bu heyecanı ikiye katlanmıştı. Birkaç kişiden sonra sıra Chanyeol'a gelince ortam aniden ısınmıştı. Çünkü Chanyeol asla kendini geri çekmiyor, kraliçeyi alt etmek için saldırıya oynuyordu. Öyle de yaptı. Kraliçeyi sonunda yere yatırmıştı. "Boynuz kulağı geçer." diyerek zaferini bir sözle taçlandırdı Chanyeol. Ancak kraliçe tarafından kulağı çekilerek ileriye fırlatıldı. "Dün ki bebek mi konuşuyor?" Chanyeol kulağını ovalaya ovalaya yerine geçerken Baekhyun hayretle onları izliyordu. Annesinin bu cana yakın davranışlarına ilk defa bu kadar yakından şahitlik ediyordu. Hiç tatmadığı bu duygu bakışlarını kırsa da heyecanı hala canlıydı.

"Baekhyun sıra sende." Baekhyun isminin söylenmesiyle annesine baktı. Annesi pozisyon almış onu bekliyordu. "Ben... bilmiyorum." Baekhyun'un utanç içinde gerçekleşen itirafı herkesin şaşırmasına neden olmuştu. "Akademiye ne için gidiyorsun sen?" dedi Karina. Baekhyun ise onun bu sorusuna cevap veremedi. Gözlerini yere dikmiş, azarlanmayı bekliyordu. Fakat annesi yalnızca iç çekti. "Tamam, odana gidebilirsin." Baekhyun hevesi kırılmış bir şekilde bahçeden ayrıldı. "Kılıçlarınızı alın." Yoona kraliçenin önüne konumlandı. "Mutlu görünüyorsun anne?" dedi sorgularcasına. Baekhyun varken resmi şekilde seslenirlerdi ama Baekhyun yokken Karina onların annesiydi. "Baekhyun'un dövüşe ya da kılıca yeteneği yok." Yoona annesinin ne düşündüğünü anlayamadı.

"Bu onu daha az tehlikeli yapar ve onu öldürmek zorunda kalmayız." Bunu herkes duymuştu ve hepsi şunun farkındaydı. Seçilmiş olan bile geleceğin getireceklerinden korkuyordu.

Baekhyun, karanlıkta odasına doğru gidiyordu. Tam annesinin ilgisini kazanmışken yine her şeyi berbat etmişti. Artık idmanlara katılmak için daha fazla çalışmalıydı. Merdivenleri çıkarken önünden yürüdüğü karanlıktan bile daha karanlık olan bir şey geçti. Göz yanılsaması olduğunu düşünerek çıkmaya devam ederken siyah şey üzerine doğru gelmeye başladı. Baekhyun korkuyla bağırırken ayakları birbirine dolandı ve çıktığı basamaklardan yuvarlanmaya başladı. Gözleri kapanmadan önce siyah şeyin üzerinde olduğunu gördü ve bilincini kaybetti.

Onun bağırışını duyanlar hızla oraya gittiler. İlk gelen Kai idi. Işınlanması sayesinde hızlı geldiği için siyah bir şey gördüğünü zannetti ama Baekhyun'un başının kanadığını görmesiyle dikkati dağılarak ailesine bağırdı. "Başı kanıyor!" Şaşkınlığından ilk kurtulan Chanyeol onu kucaklayarak odasına götürdü. Hemen ardından Lay elini başına koyarak yarasına bastırdı. Elinin altından yeşil bir ışık yükselirken elini hızlıca çekti. "İyileşmiyor. Bana dolabımdaki kutuyu getir." Kai ışınlanarak birkaç saniyede gidip geldi. Lay kutudan bir şişe çıkardı ve içindeki sıvıyı döktü. Yanar gibi bir ses çıkarken Lay tekrar elini koydu ve enerjisini aktardı. Bu sefer büyü işe yarayıp kanı durdururken Sehun sordu. "Gözyaşı Demiri zehri. Bazen vücudu benim tedavimi kabul etmeyince bunu kullanıyorum."

"Neden zehir kullanıyorsun?" Lay Baekhyun'un saçını biraz kazıdıktan sonra dikmeye başladı. Dikiş biraz tuttuktan sonra büyüyü yapacaktı. Sonunda yarayı kapatırken Sehun'a baktı. "İçinde şeytanın izi var. Tedaviyi kabul etmesi için zehrini vermeliydim." Baekhyun tedaviyi tamamen kabul etmediği için Lay tıbbi tekniklerini kullanmak zorunda kalıyordu. Bu diğer insanlar için acı verici bir yöntem olsa da şifa büyüsü de Baekhyun için acılı bir yoldu. Baekhyun'un zehirlere karşı iradesi vardı.

Minnie hayretle ona baktı. "Yani onu iyileştirdiğin zamanlar ona zehir mi veriyordun?" Lay başını salladı. Ateşlendiği zaman kaç kez ona zehir içirmişti bilmiyordu. Ancak hala içindeki şeytana yenilmemişse o da Lay'in tedavisi sayesindeydi. Ne yazık ki Baekhyun yarı şeytan olduğu için arındırma büyüsü işe yaramıyordu. Bu yüzden içindeki aydınlığın ve karanlığın dengede olması için bu şarttı. Lay bu çocuğun yaşayabilmesi için acı çekmeye razıydı. 



neyse ben 7 okunma şerefine 7

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

neyse ben 7 okunma şerefine 7. bölümü yazayım görüşürükk





You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Jun 16 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

KULE •chanbaek•Where stories live. Discover now