5

257 53 33
                                    

taehyung
jeon jeongguk
senden çok hoşlanıyorum
bunu bilmelisin
su perisi

iletildi (06.13)
görüldü (09.23)

-

Hayatım boyunca birkaç kez çok şanslı biri olduğumu hissetmişken başıma öyle 'ben şanssız biriyim' diye ağlayıp zırlayacağım olaylar da gelmemişti aslında. Sadece ortaokul mezuniyetimde tam kepimi havaya fırlatacakken sendeleyip yere düşmemi sayabilirdik belki, bunu da pek umursadığım söylenemezdi zaten. Nötr biriydim, hiçbir olayım yoktu, üstün bir yeteneğim, süper zekam, aksiyonlu hayatım... Hepsi kitaplığıma dizilmiş kitapların konularıydı. Hepsi de aynıydı hemen hemen, bu yüzden sadece kitaplarda kalıyorlardı.

Yine de, kitaplardaki ana karakterlerden birinin şansına sahip olmak isterdim.

"Taehyung?"

Belki o sayede sadece üç saat önce hoşlantı itirafı yaptığım çocuğun elinde saksıyla kapımda dikilmesine engel olabilirdim. Pardon, elinde saksı olması sorun değildi, sorun; saksıyı bana uzatırken içine bir tane papatya tohumu ektiğini ve şu an Seul'e dönmek zorunda olduğunu ama bana ek olarak uzattığı papatya tohumlarının hepsi tamamen büyüdüğünde görüşeceğimizi söylemesiydi.

Dört tohum vardı, saksıdakiyle birlikte. Bu da iki ay demekti.

"Mesajıma cevap vermedin."

"Direkt buraya gelmeyi tercih ettim." dedi mahcup bir ifadeyle. Hâlâ elinde tutmaya devam ettiği yeşil saksıyla çok tatlı duruyordu ama bu tatlılığı gideceğini söyleyene kadar geçerliydi. "Şey... Çiçeği almayacak mısın?"

"Neden gidiyorsun?"

"Okulumun kursuna katılmam gerekiyor. Erken gideceğimi söylemiştim aslında."

"Bu kadar erken beklemiyordum," dedim sıkıntıyla. Ellerimi uzatıp saksıyı aldım, tohumlar hala ondaydı ve onları koyduğu bez torbanın üstünde de bir kağıt vardı, oraya tutturulmuştu. Uzaktan pek okuyamamıştım ama daha sonra okuyabileceğimin bilincinde gözlerimi tekrar Jeongguk'a çevirdim. "İki ay. Sonra nerede görüşeceğiz?"

"İstediğin her yer olur!" dedi heyecanla. Tam bir şapşaldı, onunla iletişimimi keseceğimi falan düşünmüş olabilirdi, ona attığım mesaj bunun olmayacağını bas bas bağırsa bile. "Tam meydandaki saat kulesinde buluşabiliriz."

"Olur."

"Tamam. İki ay sonra, saat kulesi."

Benim ne zaman döneceğimi nereden öğrendiğini tahmin etmek zor değildi. İki ay bir hafta sonra, tam olarak yedi eylülde diş doktoru randevum vardı ve onun için dönmek zorundaydım. Jeongguk da bunu hesaplamış olmalıydı, oturup bir de dört tane papatya tohumu getirmesi beni heyecandan ve önem verilme duygusundan ağlatabilirdi.

"Tamam."

Birkaç saniye birbirimize bakakalışımızın ardından elimdeki saksıyı dikkatlice yere bıraktım ve kapının eşiğinden geçerek dışarı çıktım. Hareketlerimi izliordu, kahve irisleri hızlıca her yerimde geziniyordu ve üzerimdeki ayıcıklı tişört ve şort takımıma gülümsediğini fark etmiştim. O beni incelerken hızla kollarımı boynuna doladım, daha fazla dayanamamıştım ve iki ay daha bekleyemezdim böyle bir teması. Üç haftadır sadece el ele tutuşmuş ve birkaç kez de yarım bir şekilde sarılmış olsak da bu kadar sıkı bir sarılma anı yaşamamıştık.

Ona sarılmak harikaydı. Tek kelimeyle, harika.

Kalbimin hızını değiştiren, istemsizce parmak uçlarımda yükselten ve saçlarından gelen kokusuyla burnumu boynuna gömme isteği uyandıran bir harikalığı vardı, asla ayrılmak istemiyordum. Benim kolları arasına girmemle belime sıkıca dolanan kollar da benimle aynı şeyleri düşünüp hissediyor olacak ki her saniye daha da sıkıştırıyordu bedenimi, derin bir iç çektiğini de fark etmiştim ayrıca. Çok tatlıydı.

daisy of the seaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin