Mahzenlerdeydim.Her taraf köşe bucak bertaraf edilmiş,yangından dolayı atmosfer cehennemin bir portre misali önüme serilmişti.Mahzenlere neden indim? Neden onca keşkemeş içinden çıkıp ölümüm pahasına buradayım?Hazzım için.Kanla doldurulmuş kavanozlarımdan birkaç tane alıp saklayabilmek için.Sarayın kolonları bir bir üzerime doğru düşerken onları yıldırımlarımla tutmak pek de iyi bir fikir değildi.Çünkü yangına körükle gitmek oldu.Kolonlar yıldırımlarım yüzünden alevleri kuvvetlendi bu da beni ateşe daha çok yakınlaştırdı.Kavanozların bulunduğu odaya geldiğim an kafama yediğim cam bir kavanoz yüzünden yere savrulurken gözlerim yavaş yavaş kapandı.
...
Bazı sesler duyuyorum,neredeyim ben? Burası neresi? Neden berbat bir rutubet kokusu burnuma doluyor? Buradan gitmek istiyorum, sıcacık olmayan ama yumuşak olan yatağıma girmek istiyorum. Lori,Lori nerde? Neden bana yardımcı olmuyor? Oysaki parmağıma bir kıymık batsa bana yardım eden hep o olur. Baba,sen neredesin pislik herif? Burası neresi?
Üzerime bir an soğuk su boşaltıldığı anda gözlerimi araladım. Üzerimde tam dokuz kişi bana bakıyordu.Ne? Ben az önce dokuz kişi mi dedim? Gözlerim bir anda fal taşı gibi açılınca ayağa fırladım ve karşımdaki uzun saçlı beyefendiye çarptım. Arkama dönüp:
"Özür dilerim Ekselansları ama napayım siz de önümde durmasaydınız çarpmazdım."
Alttan alttan ezici bakışlarıyla:
"Bu kesinlikle kabul edilemez domina* kesinlikle!"
Hayretle saçımı savururken önümde duran silüeti fark etmemiştim.
Aşık olduğum adam, kraliyet dilinden Leonard Veliahtı Rory.
Duygudan yoksun gözlerle bana bakıyordu. Kim bilir neler düşünmüştü az önceki olaydan ? Ne kadar edepsiz bir hanımefendi olduğumu mu ? Ya da böyle hadsiz konuşmalarımı neyime güvenerek söylediğimi mi ? Birkaç dakika bu düşünceler kafamı kurcalarken hala bir şeylerin farkında değildim, çünkü aşık olduğum adamın önünde rencide edilmiştim.
Sonunu karanlıktan göremediğimiz duvarları, ahşap yerleri, demode aydınlatmaları, bizim dönemimizin eskisinde kalmış masa ve sandalye takımları olan bir yerdeydik. Veliahtların olduğu tarafa dönerek:
"Buranın neresi olduğunu bilen var mı? Gerçi olsaydı şimdiye buradan çıkmış olurduk. O zaman bilinmeyen topraklardayız öyle mi?"
Cabernet Veliahtı Werner, göz ucuyla bana baktıktan sonra:
"Söylenecek söz bırakmadınız leydim."
Arkamdaki kolondan bir ses yükseldi, bir yakarış.
"Lanet olsun."
Rogar Veliahtı Donovan duvara kafa attığını gösteren alnındaki kan izi dudaklarımı ıslatmama vesile oldu, çünkü taze kan en güzel ruj idi benim kalbimin derinliklerinde.
Donovan alnındaki kanı silmeye çalışırken koşarak yanına gittim. Sorgulayıcı bakışlarıyla:
"Neden buraya geldiniz ?"
Alnındaki kanı elime bir çırpıda hapsedip dudağıma sürdüm.
Donovan'nın gözleri yuvarlarından fırlayacak kadar açıldığında:
"Sen ne yaptığını sanıyorsun? Bu bana bir hakarettir Bronte. Bu işin icabına buradan çıktığım zaman bakacağım."
Dudaklarımdaki kanın tadını tüm kalbimle hissederken pek de önemli değildi Donovan'ın söyledikleri. Veliahtlar bize garip garip bakmayı kesmiş duvarlara bakıyorlardı. Pencere misali bir açıklık bile yoktu. Evet, biz kesinlikle kaçırılıp bu kuleye hapis olmuştuk ama ne zaman? En son hatırladığım kafama yediğim cam kavanozdu. Karanlığından kör olacak gibi hissettiren yukarı taraftan gür bir ses geldi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Truculentus Caedes
Fantasy10 Krallıktaki 10 veliaht.Kendi toprakları için kral ve kraliçe olma yolunda ilerliyorlar, ta ki dış güçlerden biri gelip 10 veliahtı kaçırana dek... Sizlere okumanız için değil,geçmişteki olayların yaşanmasına vesile olmuş durumların insanları ne...