gözlerini açtığında daha önce hissetmediği bir şeyle karşılaşmıştı gusion: ağrı. kendi yatağı olmadığını düşündüğü yataktan doğrulurken parmaklarını açıp kapatmaya çalıştı. hiç olmadığı kadar uyuşuk hissettiriyordu, üstelik uçlarından başlayıp omuzlarına tırmanan, oradan da boynuna doğru uzanan tatsız bir hisle.
bir an için korkuya kapıldı. en son duş sırası için lancelotla saç baş birbirlerine girip yattıklarını hatırlıyordu, başına gelen ama hatırlayamadığı bir felaketle kendini revirde bulmuş olamazdı, değil mi?
bulunduğu odayı fark ettiğindeyse ilgisi bir an ağrısından kaymıştı. ne olduğunu anlayamadığı bir sürü çöple dolu, surların içinde olamayacak bir yere benziyordu çünkü hep en sade şekilde yaşıyorlardı. gerçi onu geç, hayatında kendi gösterişli evinde bile böylesine kalabalık ve dar bir alan görmemişti.
elini ağrıyan ensesine atarak doğruldu ve etrafı kurcalamak için ayaklandı. kendi üzerindeki saçma sapan kıyafetleri gördüğündeyse iliklerine kadar ürperdi.
sanki yerde bir böcek görmüşçesine "ıyy," diyerek tek dizini kaldırıp kendine çekti. üzerinde çöpten alınmış gibi duran, daha önce görmediği korkunç yüzlerle donatılmış bol siyah bir tişört vardı. garip yıldızlı bir sembol ve kuru kafalar?? kırmızı renkle, yabancı bir alfabeyle bir şeyler de yazıyordu ama her nasılsa okuyabildi: LOSING MY FUCKING MIND.
ne diyordu böyle? kaybolmuş zihnimi sikiyorum mu?? tam olarak anlayamasa da biraz biliyordu sanki bu dili. atalarından kalma antik bir şey olup olmadığını merak etti.
altındaki minik şortsa iç çamaşırıydı ve böyle bacaklarını sergileyerek gezdiğini düşünüp bir kez daha ürperdi. biri onu elleyip kıyafetlerini mi değiştirmişti? kapının dışında duyduğu tıkırtıyla odayı kurcalama fikrinden anında vazgeçti ve hırsla dışarı atladı.
"g-gusion?"
lancelot.. hemen karşısındaki başka bir odadan çıkmış, hem de kekelemişti. bugün daha ne kadar ilk yaşayacaktı?
"lance-NE! ne oldu sana!?"
üstünde dar, beyaz bir atlet vardı ve saçları yer yer sarkan dağılmış tutamlarla alttan özensizce topuz yapılmıştı. asıl korkunç olan kısımsa altındaki gri, kesilmiş bir çuvala benzer şeydi.
"gusion! asıl senin gözlerine ne oldu?"
yüzünü hiç incelememişti, ne olmuştu ki? lancelot yaklaşıp baş parmaklarıyla göz altlarını sildi ve kararmış parmak uçlarını gösterdi. "kömür gibi bir şey bulaşmış."
istemsizce eli az önce lancelot'un dolaştığı yerlere giderken şaşkınlıkla "bilmiyorum," diye mırıldandı. "burası neresi? alucard ve granger neredeler?"
"bilmiyorum, imparatorluktan bir çeşit sınav olabilir mi? büyülü bir halüsinasyon falan?"
"gerçeklik büyüsü yap," dedi gözlerini kaçırarak. aralarında büyü lafı pek geçmiyordu.
lancelot kafasıyla onayladı ve beklemeden büyüyü sergilemek için harekete geçti. ancak yanlış giden bir şeyler vardı.. büyüye başlamaya yeltendiği ilk saniyeden anlamıştı bunu.
şok içinde büyüyen gözleriyle "büyüsüzüm," dedi. "hiçbir şey hissetmiyorum."
"pff, alay etme lütfen." gusion yarı inanmaz, yarı tedirgin hâlde gülmeye çalıştı. çok geçmeden lancelot'un ifadesinden gerçekler yüzüne çarpmıştı. gülüşü yavaşça dondu. "kafayı yiyoruz galiba."
"acilen alucard'la granger'ı bulmamız gerek. birlikte hareket etmemiz daha güvenli."
"iyi de burası neresi, onlar da burada mı, bir şey biliyorlar mı?" her saniye aklına daha fazla soru düşerken lancelot onun kapıldığı endişeyi fark ederek atıldı. ensesinden çekip sarılırken "şşş, sakin ol," diye teskin etti. "çözeceğiz, hepsinin cevabını bulacağız."
"senin sikin mi kalkmış ne?"
gusion başından aşağı kaynar sular döküldüğünü hissederken lancelot'tan iterek ayrıldı. çıktığı oda bir şekilde ona sığınma alanı sunuyor gibi hissetmişti. hızla oraya yeniden girip kapıyı çarptı.
"çukur'un dibine git azgın herif!"
kapının arkasından boğuk bir gülüş duydu. nedense artık o kadar da tehlikede hissetmiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
5 seconds till the enemy reaches the battlefield
Fantasylightborndan normal hayata zıplayan karakterlerim üzerine taşşaklı (in both ways) bir kurgu