elindeki metal ve camdan oluşan, bazen camları parıldayan küçük dikdörtgen şeyi sallayarak odaya girdi. eruditio'dan gelen garip aletlere benziyordu ama onların karmaşıklığına karşın çok daha düz duruyordu. gusion kurcalamaya çalışmış ama basacak yalnızca iki tuş bulabilmişti. kalan her şey küçük camın içinde oluyordu.
"kurcalamaya değer bir alete benziyor. eruditio'dan gibi."
"nereden buldun?"
lancelot da kendini bulduğu odanın dolaplarını kurcalıyordu. elindeki ucunda top olan tüpü avucunun içine sürterken sordu. tüpün içinden çıkan sıvıyı yavaşça burnuna götürüp koklarken öylesine hoş görünmüştü ki.. gusion bu aniden vuran hislerini gözlerini kırpıştırarak dağıttı ve "yastığımın altındaydı," derken oğlana doğru uzattı.
"bakayım." lancelot kaptığı gibi kullanmaya oldukça alışkınmış gibi görünerek yatağına oturdu. aleti iki eliyle kavramış, baş parmakları camların üstünde havada kalmıştı.
"şifre istiyor."
kendini bir tür oyunun içindeymiş gibi hissederken oldukça emin bir şekilde "losing my fucking mind yaz," dedi. kullanması gereken bi detay olmasa bu garipliğe denk gelmezdi herhalde.
"hmm.." lancelot da mırıltıyla kendine söyleneni yazarken bunu nereden bildiğini sorguladı. "farklı bir dil."
"yanlış diyor."
"bu şey bana aitmiş gibi hissediyorum.. sanki orası benim bölgem ve burası da senin."
lancelot kafasıyla onaylarken oldukça düşünceli görünüyordu. gusion ona bakmamaya çalışıyordu çünkü her ne kadar değişik görünse de bu oğlana müthiş bir hava katmıştı, hatta didişemeyecek kadar hızlı atıyordu kalbi. tavırlarının böyle durumlarda ciddileşmesi yeterince çekici değilmiş gibi hafifçe çatılan kaşları ve mermerle oyulmuş gibi duran dolgun dudakları..
gusion şu an her şeyi boşvermişti.
"açtım."
gusion'a ait bir şeyin şifresi ne olabilirdi? birkaç denemenin ardından cevabı bulmuştu: sidiklilance. çıkan küçük küçük işaretlerin altında yine bir şekilde bildiği o yabancı alfabe belirmişti.
yarım saatlik uğraşın ardından bir yerde "granger" yazısını buldu. "besto granger." ses çıkmaya başladığında ikisi de çıt çıkarmadan alete kulaklarını yaklaştırmıştı. yüzleri dip dibeyken lancelot kaşlarını çatarak anlamaya çalışan bir ifadeyle gusion'a bakıyordu. gusion yutkundu, gerçekçi gelen tek şey lancelot'tu şu an ve yalnızca ona odaklanabiliyordu.
"gusion, iyi ki aradın."
"GRANGER!"
arkadaşının sesini duyduğu an her şey bi kenara atılmıştı. can havliyle "neredesiniz," diye girdi, "ne oluyor?"
"evdeyiz nerede olabiliriz? alucard'la uğraşıyorum."
"nasıl, iyi mi?" lancelot konuşmayı böldüğünü fark edince gusion'a özür diler gibi bir bakış attı.
"lancelot, sen de burdasın." granger'ın sesi biraz yorgun geliyordu ama kısa bir iç çekişin ardından biraz olsun rahatlamış gibiydi. "iyi ama anlamadım, az önce endişeyle beni uyandırdı. bir tür kabus gördü sanırım. moniyan diye sayıklıyor, o neyse artık. surlar, askerler falan bir şeyler diyor. sizi sorup duruyor, sakinleştiremiyorum. bir konuşun da sesinizi duysun."
"nasıl yani.. granger? sen hatırlamıyor musun?" derken şokla lancelot'a döndü gusion. oğlanın yüzündeki ifade de onunkinden pek farklı sayılmazdı.
"neyi?"
"moniyan,"
"alucard'ı verir misin?"
lancelot zaten başından beri elinde tuttuğu telefonu tamamen kendine çektiğinde gusion merakla izledi.
"lancelot! ışığın lordu için, dindar biri olmadığımı biliyorsun ama sunaklara başvurmak üzereyim."
"büyülerim yok oldu. neler oluyor sence?"
"inan bilmiyorum ama granger için endişeleniyorum. farklı.. görünüyor ve hiçbir şey hatırlamıyor."
"aynaya bak, sen de farklı görünüyorsun. gusion ve ben de farklı görünüyoruz."
"ama o bunların hepsini normal karşılıyor. hatta şu an elimde küçük bir eruditio aleti tutuyorum ve nasıl kullanılacağını biliyor. üstelik daha önce hiç görmediğinden eminim. bir çeşit büyünün etkisi altında falan mı lancelot? gelip bakman gerekiyor. sizi nasıl bulabilirim?"
"bilmiyorum, ev gibi bir yerdeyiz ama çok değişik."
konuşmalarındaki panik ona gittikçe komik gelmeye başlarken "granger'a sorun," dedi gusion. "muhtemelen biliyordur." ikisini daha çok dinlemek isterdi ama dayanamamıştı.
"size yeniden ulaşacağım."
alet bir ses çıkarıp sessizleştiğinde bu garip görüşmenin sona geldiğini ikisi de anlamıştı. her şey nasıl çok yabancı ama bir şekilde tanıdık geliyordu? insanın içini gıdıklayan bir his bırakıyordu bu.
tam birbirlerine bakıp bir şey söyleyecekleri an küçük dikdörtgen dokunmadıkları ve ışık yanmadığı hâlde konuşmaya başladı.
"bir sesli mesajı dinlemeyi seçtiniz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
5 seconds till the enemy reaches the battlefield
خيال (فانتازيا)lightborndan normal hayata zıplayan karakterlerim üzerine taşşaklı (in both ways) bir kurgu