Bölüm 1 - Hüzünlü Neşe
Her insanın hayatı sorguladığı zamanlar vardır. Yaşadığı sorunlardan bıktığı, kaldıramadığı, karanlığa düştüğü zamanlar... Karanlığın soğuk zemininde nefeslerimizi tuttuğumuz, kiminin üşüdüğü, kiminin korktuğu, kiminin de yavaş yavaş delirdiği karanlık...
Ve birçoğumuz, bizi o karanlıktan çekip çıkaracak birilerini bekleriz. Ama asla kendimiz o boğucu sessizlikten dışarıya bir adım bile atmak istemeyiz. Korkarız belki, ürkütür bizi o aydınlık ışık. Kimimiz yine acı çekeceğinden korkar, kimimiz içinse bu halimiz ödediğimiz kefarettir.
Bu adaletsiz dünyanın kaotik müziğindeki birer notaydık biz. Babam hep öyle derdi. Büyük bir müziğin parçasıyız biz. Ritimsiz, karmaşık, insana garip gelen bir müzik.
Eylül ayının esen rüzgarları eşliğinde kahvemi içerken dışarıya bakıyordum. Ciğerlerimden dışarıya verdiğim sigaramın dumanı açık pencereden dışarıya kaçıyordu. Solmuş yapraklarla dolu yollar da benim hüznüme arkadaş olmuştu. İçimde biriken sıkıntıları onlara dökmüşüm de, onlar da yere dökülmüş gibiydi. İşte bu sokaktan geçen bir çocuk vardı. Sırtındaki gitar çantası, aklımda eski anıları canlandırmıştı. Babam ve onun müziksel metaforları...
"Notalar her ne kadar korkunçlaşsa da, bazı zamanlar tonun yumuşadığını, ya da tatlı bir sesle hızlandığını da duyabiliriz. Naif bir aşk hikâyesi gibi düşünün, kuşların hafif cıvıldamaları eşliğinde tatlı bir notayla çarpar kalbimiz. Veya neşeli tonlamalarda çalan hareketli bir şarkı gibi kendimizi eğlenceye kaptırırız"
Haklısın baba, ama maalesef ben o renkli notaları kaybettim. Senin sıcaklığın yokken, Annemin sıcaklığı yokken, yalnızca korkunç notalar çalıyor kafamda baba...
Rüzgar 15 yaşında iken...
16. yaş günümden bir ay evvel, saçlarına yer yer ak düşmüş, pala bıyıklı, çakmak çakmak kara gözleri ile heybetli bir duruşa sahip, müzik camiasında duruşu ile nazik kalbi arasındaki tezat ile bilinen dünyaca ünlü piyanist Fatih Altun ve kestane rengi düz saçları, ince fiziği, kalem kaşları ve ışıl ışıl kahverengi gözleriyle ince ruhunu gözler önüne seren, tabloları milyarlar değerinde olan ressam İpek Altun, yani annem ve babam ile beraber evlilik yıl dönümlerini kutlamak için, babamın da ortağı olduğu, Paris 'deki Amour éternel restoranına doğru yola çıktık.
Paris gecesinde ışıltılı sokaklardan ilerlediğimiz sırada onların hiç eskimeyen aşklarına yılmış bir ifade ile bakıyordum. Belki de 20 senedir birbirlerini seviyorlardır, ama bu romantiklikleri hiç bitmiyordu. Kimi zamanlar annem babama sanki ilk defa gördüğü bir erkekmişçesine asılırken, babam ise minik sürprizlerle annemi mutlu etmeye çalışıyordu. Tabii bu ilişkilerinde psikolojik olarak harabeye dönen tek kişi yine bendim. Her neyse...
Restorana varana kadar çeşitli Fransızca ve Türkçe şarkılar söylemiş, kahkahalar eşliğinde restorana varmıştık. Dışarıdan bakılınca tam bir şaheser olan bu restoran, lacivert ve morun asil birleşimi ile Paris' in en gözde yerlerinden bir tanesiydi. İç ve dış tasarımı tamamen anneme ait olup, bu başarısından sonra birçok iç mimar ve organizasyonlardan iş teklifi bile almıştı.
"Buyurun Matmazel." diyerek kapıyı açan babama kıkırdayan annem, gösterişli bir şekilde içeriye adım attı. Babam ise o sırada bana döndü ve göz kırptı, "Kızları tavlama, birinci kural, centilmenlik." dedi ve içeriye ilerledi. Ben de peşlerinden tabii.
Burası nasıl bir yer mi? Üst kata çıktığınız vakit, balkonlardan birisine geçip sevdiğiniz kişi ile birlikte Eiffel Kulesi'nin romantik manzarasına kapılabilirsiniz. Kişisel alana sahip masalar birbirinden bayağı uzak mesafelerde bulunuyor, yani konuşurken birisi bizi duyacak, ya da birisi bize katılacak endişesine kapılmıyorsunuz. Bir de, en önemli konu; koltukları çok rahat...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kuzey Rüzgarı
Teen FictionKozmik evrenin muhteşem şarkısında benim notam, en uyumlu notalarını bulmuştu yanına. Kazandığımız çok şey vardı. Uludağ'ın beyaz cennetine kendimi kaptırmış, nefesimden çıkan buharlarla onun kızarmış burnuna bakıyordum. "Hazır mıyız?" di...