Tuttuğum kapı koluyla öylece kaldım. Ne diyecektim şimdi? Yoldan geçen biri gel götüreyim dedi ben de tamam dedi dersem kellemi uçururdu. Bir arkadaşım desem kim olduğunu sorup durur ve Dawon'un nerede olduğunu sorardı. Düşün Inseong düşün. Yalan bul çabuk!
Yavaşça arkamı döndüm. Annem kollarını bağlamış sorgulayıcı bakışlarını bana dikmişti. "Şey ya, Dawon'un arkadaşı! Şimdi şey... biz ikimiz de alkol aldık Dawon ile sonuçta. Ve çevirmeye yakalanırsak güzel olmazdı. Dawon da biraz fazla içmişti. Arkadaşını aradı dedi bizi bırakır mısın. Yakın bir arkadaşıymış. İşte çocuk geldi önce Dawon'u sonra beni bıraktı. Böyle yani. Bu hikaye." Hızlı hızlı konuşup üstüne hafiften gülümsedim.
"İyi de geldiğiniz yöne göre Dawon daha ileride oturuyor." Kaşları daha da havaya kalktı.
Korkutucu saniyelerin ardından yine usta yalancılığımı konuşturdun. "Diğer taraftan geldik de yol kapalıymış şurada o yüzden ara sokaktan döndük geldik. Aman anne! Amma sorguladın sen de! Uyumak istiyorum sadece lütfen." Son kozumu da oynayıp odamın kapısını açtım.
"İyi bakalım. İyi geceler oğlum." Sesinde pek inanmışlık yoktu ama daha da sorgulamadığı için memnundum.
Hemencecik üstümü değiştirip yatağa attım kendimi. Yüzüstü yatıp öylece duvara baktım. Tokat yediğim yanağımı ovaladım. Hatırladıkça acıyordu.
Ama beni ağlatan şey tokat değildi. Youngbin'in dedikleriydi. Durumun ne kadar yanlış anlaşılabileceğini biliyordum ama Dawon'a karşı hiçbir şey hissetmiyordum ki. Sadece yardımcı olmak istiyordum. Dawon demişken... ona ne oldu acaba?
Youngbin acıyıp onu evine götürmüş müdür? Sanmıyorum. Daha çok sokağa atıp sürün orada diyecek biri gibi. Ama Dawon'u orada bırakmasaydım daha kötü şeyler olabilirdi ikisi için.
Dertlerim kat kat artıyordu ve ben buna çözüm olarak uykuyu buldum. Zaten ağladığım için uykuya dalmam zor olmayacaktı. Gözlerim acıyordu. Gözlerimi kapattım ve uykuya sığındım.
*********
Sabah zorlukla açtığım gözlerim birkaç saniyelik uyanabilme çabasının ardından aşağıdan gelen seslerle daha çok açılmıştı. Duyduğum ses kesinlikle yabancı değildi.
Sesin sahibini doğrulamak için hızlıca kalktım ve elimi yüzümü yıkadım. Sesler gittikçe yaklaşırken nedense stres içindeydim. Odama geliyordu.
Üzerimi değiştirmeye fırsatım olmadan kapı çalındı. Zaten üstümde dün geceki kıyafetlerim vardı. Kapıyı çalan kişiye içeri gelmesini söylerken gözlerimi ovaladım son kez.
Dawon yavaşça kapıyı araladı. Çekingence içeri girip kapıyı kapattı. "Selam."
Göz teması kuramıyorduk. Galiba dün geceyi öğrenmişti. "Selam, hoş geldin."
Bana doğru yaklaştı.
"Otursana." Elimle odanın köşesindeki küçük koltuğu gösterdim. O kafasıyla onaylayıp koltuğa yürüyüp otururken sandalyeyi karşısına sürükleyip ben de oturdum.
"Nasılsın?"
"İyiyim." Gülümsemeye çalıştım ama sahte olduğu belliydi. Zaten o da bana gerçeği söylememi ister şekilde bakmıştı. Yüzümü gevşettim. "Eh...yani."
"Inseong, ben olanları Zuho'dan öğrendim de...gerçekten özür dilerim. Benim yüzümden oluyor bunlar. Çok çok özür dilerim." Elleriyle oynamaya başladı.
"Hayır sorun değil. Bunu ben kabul ettim. Senlik bir şey yok. Youngbin gerçeği bilmiyor, yani bilmek istemiyor. Bu yüzden yaptığı şey normal." Onun üzerindeki sıkıntıyı biraz da olsa gidermek için söylüyordum. Hatası yoktu tabii. Ben kendime kızıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Go Back in Time [JaeSeong]
FanfictionInseong aşka inanmayan biriydi. Youngbin ile evlenmeyi kabul etmesi sadece ona yardımcı olmaktı ama evleneceği gün, çok sonra karşılaştığı bir arkadaş onu çok zora sokmuştu.