(XO-TARAS)
458 Italia'mın sınırlarını zorlarken düşüncelerim beni bırakmıyordu. Gaz pedalına yüklenerek düşüncelerden kurtulmayı amaç güdüyordum. Ama işe yaramıyordu. İçimdeki kötü his durulmuyordu bir türlü.
Karanlık çökmüş şehri aydınlatan ışıkların altında hızla giden arabamı dizginlemek için direksiyonu sıkıca tutuyordum. Açık pencereden içeri sızan rüzgar saçlarımı bozmadan camı kapattım. Gala yerine az kalmıştı. Karnım kasılıyordu heyecandan. Kendimi sakinleştirmek için aklıma gelen her şeyi deniyordum umutla.
Vardığımda arabamın kapısı bir vale tarafından açıldı ve uzattığı elini tutup arabadan indim. "Hoşgeldiniz Bayan Robinson." diye karşılayan valeye yalnızca gülümseyip başımı sallamakla yetindim ve kapıya doğru ilerledim.
Şık giyimli kadınlar zarif takımlardaki erkeklerin kollarında aheste aheste içeriye yürüyor, bazıları seri adımlarla bir an önce içeri girmeye can atıyordu. Aheste aheste yürüyenlere katıldım ben de ve etrafıma bakınarak ihtişamlı yapıya girdim. Gözlerim her yeri tarıyor, insanları ve eylemlerini yorumluyordu.
Güzel bir yaz akşamıydı ve Roma'nın havası her şeyi katbekat daha güzelleştiriyordu. Uzun koridorda yürürken gözlerin üzerimde olduğunu hissediyordum. Tabii bu çok normaldi. Ülkenin en ünlü iş insanlarından biri olup hiçbir etkinliğe katılmayan bir işkolik, ya da belki de sosyalleşmeye çekinen bir korkak, oluğum için insanların beni burada görüp şaşırmalarına kayıtsız kalıyordum.
Davet salonuna ulaştığım an kapıda durakladım. İçeriye göz atmak istemiştim. Fakat gözüme başka bir şey çarptı. Bay Nightingale'in biricik oğlu Finn Nightingale amaçsızca etrafta dolaşıyor, kadrajına giren ilk dişiye adım atıyordu. Magazinler yalan söylemiyormuş diye geçirdim içimden ve yürümeye devam ettim.
Takım elbiseleri ve şampanyalarıyla hararetli hararetli bir şeyler konuşan iş adamlarını gördüm. Çevrelerini sarmış karılarına gözlerim takıldı. Çoğunun bir eli kocasının omzunda durmaksızın gülümsüyor ve konuşulan sıkıcı sohbetten eğlenirmiş gibi bir yüz takınıyorlardı. Kendi kendime düşündüm. Burada olmamı sağlayan şey çok çalışmamdı. Ayaklarımın üzerinde durabiliyordum. Düşmemek için dayandığım bir desteğe ihtiyacım yoktu. İçeri doğru adımlamaya başlarken kendimi o kadınların yerinde hayal ettim. Tek işlevimin gülümsemek ve kocamın profesyonelce iş konuşmasını hiç mi hiç sıkılmıyormuşum gibi dinlemek. Boğuluyormuşum gibi hissettiriyordu.
Ben bütün bu düşüncelerle devasa salonda ilerlemeye devam ederken malumumuz kadınlarla göz göze gelmiştim. Hiçbiri yargılayıcı bakışlarını esirgemiyordu. Baştan aşağı beni süzen gözlerinde açıkça görünür bir hoşnutsuzluk vardı. Kim olduğumu biliyorlardı. Hırsla dolu bakışlarına sırıtarak karşılık verdim ve tekrardan önüme döndüm. Yanımdan geçmekte olan şampanyalarla dolu bir tepsi taşıyan garsonu nazikçe durdurup bir kadehi elime geçirdim.
Şampanyamı yudumlayıp insanları izledim. Şimdi ne yapacaktım? Bu etkinliklerde ne yapılmalıydı? Bay Nightingale'i bulup zarif daveti için teşekkür mü etmeliydim? Belki bu şekilde heykel gibi öylece dikilmekten kurtulmuş olurdum. Hem Bay Nightingale'in çevresiyle tanışıp şirketim için yarar sağlayacak sohbetlerde bulunabilirdim. Kendi şansını kendin yaratmalısın öyle değil mi?
Nightingale'i bulmak için hareketlenmiştim ki arkamdan işittiğim bir ses beni durdurdu.
"Bayan Robinson, sizi burda görmek büyük bir zevk!" dedi sesin sahibi. Bu adamı tanımıyordum. Sosyalleşme becerilerim o denli fakirdi ki ne diyeceğimi bilemeden adamın yüzüne bakmaya devam ettim onu tanımadığımı anlaması umuduyla.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Catastrophic
RomanceKendi ayakları üzerinde durmaya çabalayan Sofia Robinson'ın hayatı bir anda alt üst olur. Yaşamını yeni yeni düzene sokarken hayatına giren milyarder baba-oğul işleri tepetaklak eder. Hayatının seçimini yaparken Sofia bir baba-oğulu birbirinden iste...