Beyaz, herkes beyaz doğar ve kimisi kalbini kandan bir kırmızıyla, kimisi ayın olmadığı bir geceden daha koyu bir siyahla boyar. Ancak kimisi vardır ki ruhunu, kalbini sevgi ve şefkat tomurcukları ile pespembe renkler ile bezer. Fakat kimse beyaz kalmaz. Yüzü vampirler kadar da beyaz olsa kimsenin kalbi beyaz değildir. Hatta bir zenciden bile karadır belki...
O bu kategorilerden hem hepsi hem de hiçbiriydi.
Kan kokusuyla büyümüş beyaz çocuk. Ruhunun karanlığında boğulan çocuk. Belki ruhu kapkara ama kalbi pembenin en açık tonu olan çocuk. Gökkuşağının gölgesinde ölümü bekleyen çocuk. Ölüm ağır adımlarla ona yaklaşırken sadece izleyen çocuk.
Buz tutmuş pembe kalbi gitgide karanlık ruhunun esaretine doğru ilerlerken parçalanıyordu. Buz parçaları kalbine gömülerek onu en acı şekilde öldürüyordu. O ise sessiz çığlıklarla ölümün davetini kabul ediyordu. İçten içe kendini cezalandırıyordu. Fakat acısı çevresine verdiği zararı anlayamayacak kadar kör etmişti onu.
Yerdeki cam parçasına uzandı. Göz yaşları görüş açısını bulandırıyordu fakat aklı kadar bulanık değildi. Cam parçasını yavaşça bileğine sürttü. Kalbindeki acı bileğindeki o keskin sızıyı bastırıyordu. Ufak ama derin kesikten kanlar yavaş yavaş yere damlıyordu.
Bir kez daha değdirdi bileğine cam parçasını, kalbindeki yarayı kapatmak istercesine yapılmış bir hamleydi bu. Fakat kalbine yeni bir yara daha açtığının farkında değildi kız. Bedenine verdiği kadar ruhuna da zarar veriyordu farketmeden. Kendinde açtığı fiziksel yaralar kadar başkalarını da yaralıyordu ancak hisleri kalbi ve beyninin en derinlerine gömülmüş kimseyi umursayamıyordu artık.
Son bir kez daha bileğine sürttü ve cam parçası elinden kayıp diğer kırıkların üzerine düştü. Çıkarttığı tiz ses kızın yüzünü buruşturmasına sebep olmuştu. Bileğinden cam kırıklarına kanlar damlıyordu.
Kızın ruhu kadar bedeni de yorgundu. Dizlerine batan cam parçalarını umursamadan dizlerinin üstüne çöktü. Bileğinden akan kanlar ile gözlerinden akan yaşlar yarışıyordu adeta. Kan kokusu hafiften midesini bulandırırken kulakları çınlamaya başladı. Gözleri kapanırken ismini bağıran bir kız sesi duydu ve cam kırıkları üzerine yığıldı.
++
Gözlerimi açtığımda kulağımdaki uğultu yavaş yavaş yok oluyordu. Odamın boğucu karanlığından rahatsız olmuştum. Etrafa incelediğimde birinin odamı ve yerdeki cam kırıklarını topladığını farkettim. Sağ tarafımdaki pencere küçük yağmur damlaları ile kaplıydı. Ay bulutların arkasına saklanmış, ancak saklandığı bulutu renklendiriyordu. Bu karanlığı bile aydınlatabilen bir şey varken acaba benim karanlığım neden aydınlanmıyordu?
Ayağa kalkıp perdeyi araladığımda bileğimdeki sargıyı farkettim. Yavaşça sargıya bastırdığımda hissettiğim küçük sızıyla yüzümü buruşturdum. Yine ölmeyi becerememiştim. Hiçbir şey beceremediğim gibi. Tek becerdiğim şey insanlara zarar vermek onlara acı çektirmekti ve emin olun ki abartmıyordum.
Sanırım şuan yapılacak tek şey vardı. Yatağımın kenarındaki komodinin çekmecesinden sigara paketi ve çakmak çıkardım. Pencereyi açıp pervaza yaslandım. Sigara dalını dudaklarıma yerleştirdiğimde bir yandan da saklandığı bulutun arkasından çıkmış ayı inceliyordum.
Bana hala bir suratı varmış ve bana bakıyormuş gibi geliyordu. Sanki yaptığım tüm yanlışları yüzüme vuruyormuş gibi.
Büyük bir çiftlikte yaşadığımız için etraf fazla ışıklı değildi bu sebeple yıldızlar çok fazla ve güzel gözüküyordu. Daha fazla aya bakamadım ve gözlerimi bu seferde yıldızlara çevirdim. Acaba o da orada bir yerlerde miydi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TUN
ChickLitKan kokusuyla büyümüş beyaz çocuk. Ruhunun karanlığında boğulan çocuk. Belki ruhu kapkara ama kalbi pembenin en açık tonu olan çocuk. Gökkuşağının gölgesinde ölümü bekleyen çocuk. Ölüm ağır adımlarla ona yaklaşırken sadece izleyen çocuk.