"you look like my next mistake."
gereken bir parça zihnimden kopup uzaklaşmış gibiydi. daha iyisi olmalıydı, ezbere cümleler kullanmamalıydım, daha fazla seçilmiş kelime olmalıydı, kelime dağarcığım daha geniş olmalıydı, daha dikkat etmeliydim imla kurallarına, daha geniş bir pencereden bakmalıydım senaryoya. daha, daha, daha. hâlâ gerekli parçayı bulabilmiş sayılmazdım. düşün, düşün, düşün.
elimdeki kalemi gereğinden fazla hızlı sallamış olmalıydım ki yolun karşısında oturan edebiyat öğretmenimiz bayan jeon sözünü yarıda bırakmış ve onunla birlikte tüm sınıfın da bana doğru dönmüş olduğunu gördüm. oturdum yerde daha da sindim ve yanaklarımın kızardığını hissettim, komik bir görüntü olmalıydı. bayan jeon tam ağzını açmışken bana sesleneceğinden emindim fakat ondan önce ona engel olan bir şey vardı, çalan 90'lardan kalma bir şarkının girişi, teneffüs zili.
sınıf saniyeler içinde boşalırken kafamdaki düşünceler beni yiyip bitirmeden önce yapmam gerekeni yapmalıydım. bayan jeon'la konuşmalı, ona kimsenin benimle ödev yapmak istemediğini çaktırmadan, kendi başıma projeyi halledebileceğime inandırmalıydım.
eşyalarını her zamanki kırmızı çantasına doldururken öğretmen masasına koşar adım ulaştım. bu sırada sessiz olamayışımdan gerek, sınıftan henüz çıkmamış birkaç suratın iğneleyici bakışına maruz kalmıştım. "bayan jeon, birkaç dakikanızı alabilir miyim?" sanki az önce sınıf içinde huzursuzluk çıkarmamışım gibi, elindeki çantayı tekrar masaya koydu ve yüzüne büyük, şefkatli bir gülümseme yerleşti. bunu onun 'elbette' deme şekli olduğunu bilecek kadar tanımıştım.
"biliyorum ki, verdiğiniz dönem ödevi çift olarak yapılıyor. herkesin yanınıza gelerek size grup olarak bildirdiğinin de farkındayım fakat siz de biliyorsunuz ki, sınıfımız yirmi bir kişi ve bir kişinin boşta kalacağı da aşikâr. demek istediğim... neden o kişi ben olmayayım?"
ben gitgide kısılan sesimle cümlelerimi sıralarken yüzünde anlayışlı bir ifade belirdi. bunu acıma ile karıştırıyor olabilirdim pekala. beni başıyla hafifçe onaylayınca sevinçten üzerine atlamamak için bacaklarımı birbirine bastırmak zorunda kaldım. "roseanne, bunu neden istediğini anlayabiliyorum." tekrar o bakış. "bunun bana kalırsa hiçbir sorunu yok lâkin sen, senaryoyu üstlenirken, drama kulübüyle ilgilenirken bir de iki kişinin dahi zor yetiştirebileceği bir ödevi tek başına mı yapmak istiyorsun? kendi üzerine fazla yüklendiğinden endişeleniyorum."
kafamı meşgul edebilecek şeylere balıklama atlıyordum. çünkü kendimi engellemenin tek yolu buydu. senaryo mu yazılacaktı? ben yazardım, en iyisi olsun diye günlerce düşünürdüm. drama kulübünün tiyatro ismi için dahi bir gece gözüme uyku girmemiş, sabah okula iki saatlik uykuyla gitmiştim. jennie beni gördüğü en enerjik hâli olduğumu bile söylemişti. jennie. dur. şimdi değil.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the heartbreak prince ぃ
Fanfictionbasketbolcu çocuklar, klişe romeolar. birkaç rakı bardağı, dağıtılan bir okul, çilekli turtalar, vişneçürüğü dudaklar, edebiyat dönem ödevi. buruşmuş satırlar ve çirkin bir el yazısından senaryo çıkarabilecek derecede bağımlı bayan jeon. bir de oğlu...