★"it hits different 'cause it's you."
gergindim.
jeon jungkook'un düşündüğünün aksine kendimi suçlu hissettiğim için, tamam bu da sebepler arasındaydı fakat tek sebep değildi, uğramayacaktım. gidecektim çünkü en son ne zaman birilerinin beni dışarıya davet ettiğini hatırlayamıyordum. jennie'yle eskiden sahip olduğum dostluktan fazla uzaklaşmıştım ve dışarıya çıkabileceğim tek kişiyle de yabancı olmuştum.
gergindim çünkü jeon'un okuldaki dedikoduları duyduğunu biliyordum. bana acıdığı için beni çağırdığını düşünmek tüm hevesimi bastırıyordu. ne zaman bu kadar karamsarlaştığımı hatırlayamıyordum. sadece birkaç neşeli şarkı açmalı ve bir parfüm seçmeliydim. bunun kötü enerjiyi bastıracağına inanıyordum.
saat yedi buçuk olduğunda hazırdım ve jeon jungkook'un penceresinden görebildiğim kadarıyla içerisi boştu. attığı konumun yarım saatlik yürüme mesafesinde olduğunu görünce yön kabiliyetime güvenemedim bu yüzden bana söylediği saatten bir saat önce evden çıktım. ellerimi birbirine kavuşturuyor tırnaklarımı avuç içlerime bastırıyor ve kafamda jungkook'un mesajını oynatıyordum. misafirliğe gitmiyorsun, rahat ol. derin bir nefes verdikten sonra gülümsemeye çalıştım.
sahil yolundan ilerlerken hava henüz kararmamıştı bu yüzden etraftaki insanların meşguliyetleriyle kendimi oyalayarak sıkılmamaya çalıştım. şapkam batmaya yakın güneşi engelliyordu. bunun yanında beni kamufle ediyordu. bu da kısmi olarak iyiydi çünkü bu bölgedeki kesim bizim okulun muhitine fazlasıyla benzerdi. bu da onunla karşılaşabileceğim anlamına geliyordu.
konuma ulaştınız mesajı cebimdeki telefonumu titretince kafamı yerden kaldırıyordum ki çimenlerin etrafına çizilerek sahil yolundan ayrılmış sahanın beyaz çizgilerini fark ettim. betondan merdivenler resmen hasta olacaksın diye bağırıyordu fakat saate bakıp erkenci olduğumu görünce orada beklemenin o kadar da kötü olmayacağına inanarak iki basamak çıktım.
telefonumu cebimden çıkardığım sırada ayakkabı sesleri duydum, daha çok sıçrama sesi de denilebilirdi, yanımdan hızlıca bir esinti geçti ve kafamdaki şapka bir anda çıkartılınca tehlike alarmlarıyla ayağa kalktım. gözlerim irileşmiş, ellerimi ceplerimden çıkararak çantamı tutmuş ve birisine vuracakmışım gibi kaldırmıştım.
bunun yerine karşılaştığım şey, hızlıca benden uzaklaşan kafasında, birkaç saniye önce benim kafamda olan siyah şapkamla birlikte sahanın ortasına geçen bir bedendi.
"bana daha çok yakıştı." saniyeler içinde renk tercihime pişman oldum. çünkü eminim, rengi pembe olsaydı yine bu cümleyi kuramazdı. ya da belki kurabilirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the heartbreak prince ぃ
Fanfictionbasketbolcu çocuklar, klişe romeolar. birkaç rakı bardağı, dağıtılan bir okul, çilekli turtalar, vişneçürüğü dudaklar, edebiyat dönem ödevi. buruşmuş satırlar ve çirkin bir el yazısından senaryo çıkarabilecek derecede bağımlı bayan jeon. bir de oğlu...