Lana Del Rey- Blue Jeans"Tüm bu acı verici öykünün sloganı ise şudur: Sanat her şeyin üstündedir."
14 Ağustos 2024 | Gyeonggi-do
Her sabah, güneşin ilk ışıklarıyla uyanırdı. Penceresinden süzülen ılıklı rüzgar , sanki onu başka bir dünyaya davet edercesine tatlı bir esinti bırakırdı ardında.Dışarıya bakan gözleri her zaman aynı yöne kayardı: şehir merkezinden ayçiçekleri tarlasına doğru uzanan yol. Bu yol, her gün aynı saatlerde, onun dikkatini çeken gizemli adamın rotasıydı.
Adam, belli belirsiz bir hüzünle, ritmik adımlarla yürürdü; Omzunda büyük çantalar, elinde ise eksik etmediği tuvaller taşırdı. Sessiz ve kararlı adımlarla tarla kenarındaki taşa oturur, Dünyadan soyutlanmış bir halde resim çizmeye başlardı.O, çevresindeki hiçbir şeyin farkında değilmiş gibi görünse de diğeri her gün ona doğru çekilir, adeta onunla birlikte o çiçeklerin arasında kaybolurdu. Uzaktan izlemek, adamın dünyasına dokunamadan onun sessizliğini ortak olmak... bu, onun sıradan dünyasında beklenmedik bir anlam yaratmıştı.
Bir gün, belki de beklemediği bir cesaretle, adama yaklaşmak isteyeceğini hayal etti. Ancak her defasında kendini dizginler, uzaktan bakmanın yeterli olduğuna kendini inandırmaya çalışırdı. Adamın kim olduğunu, neden her gün bu yolculuğu yaptığını, çizdiği resimlerin neler anlattigini merak etse de, bu uzaklık ikisi arasında ince bir bağ kurmuştu. Çünkü adam,ne kadar belli etmese de izlendiğinin en başından beri farkındaydı. onun için en korkutucu olansa tanımadığı bu kişinin onunla birlikte kaybolmasına alışmasıydı.
Yine böyle günlerden birinde, adamı izlemek için biraz daha yaklaştı ve çizdiklerini görme isteği ile dolup taştı. Gözlerini ondan ayıramıyordu; sanki her çizgiyi, her fırça darbesini izleyerek ruhuna dokunmak ister gibi bir hisle büyülenmişti. Ancak o gün bir şeyler farklıydı. Görünmediğini sandığı köşesinden bir adım attığında ayağına takılan taşla beraber düştü ve aniden adamın bakışları ona döndü. Adamın bakışları gözlerine değdiğinde kaçmak istemiş fakat yerinden kıpırdayamamıştı.
Adam hafifçe gülümsedi ve elindeki tuvali bırakarak ayağa kalktı. Yavaşça ona doğru yürümeye başladı, adımları temkinli ama kendinden emindi. Oldukça özgüvenliydi onun aksine.Adam yaklaştığında yumuşak bir sesle konuştu:
"Sanırım artık bir resmimi beğenmiş olmalısın."
Utançla başını eğdi, sormak istediği bir sürü sorusu olmasına rağmen hafifçe başını sallamakla yetindi. Çok heyecanlanmıştı. Adam yeniden gülümsedi ve Ona doğru elini uzatarak konuştuk:
"Yardım etmeme izin ver, kırılmış ayçiçekleri hiçbir işimize yaramaz"
Aslında o an anlamalıydı. Tanıştıkları ilk dakikada adam onu,sanatına benzetmişti. Açıkça işine yaramasını istediğini söylüyordu ama kendini fazla kaptırmış ,heyecanlı bir kalbin umrunda olan tek şey ona uzanan ellerdi.
Bu beklenmedik tanışma,aralarındaki mesafeyi yavaşça eriten bir dokunuş gibi oldu. İsimlerinin telaffuz edilmemiş olması, aslında birbirlerine birer sır gibi yaklaşmalarını sağlıyordu; her sohbet, her bakış, bir adım daha yakınlaştırıyordu onları.Zamanla, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte ayçiçeği tarlasındaki buluşmalarına, adeta bir alışkanlık, bir ritüel gibi dönüşmüştü. Burası, onların sessiz dünyalarını açılan ortak ortak bir kapı olmuştu.
Her sabah, gün ilk saatlerinde, orada, o tarlanın ortasında, çiçeklerin arasında buluşur hale geldiler. Ayçiçekleri, gövdelerini güneşe doğru doğru uzatırken, onlar da birbirlerine doğru bir adım daha atıyorlardı. Hiçbir kelime ile sessizliğin huzurunu bozmak istemezlerdi; sadece bakışmalar, küçük gülümsemeler, doğanın sesine karışan fısıldamalar yeterliydi. Her bir adımda, birbirleriyle daha fazla şey paylaşır olmuşlardı.
Bir gün,sabahın serinliğinde, adam bir adım geri çekilerek tuvalini bıraktı. Bir süre sessiz .Ardından gülümseyerek " bugün bir şeyler çizmek ister misin?" diye sordu. Belirgin bir kararsızlıkla onu izleyen gözlerine inat aniden "Evet" diye yanıtladı ve o an aralarındaki bağ, sadece kelimelerle değil birlikte yarattıkları sanatla da pekişmişti.
Birlikte tuvale attıkları her bir fırça darbesinde birbirlerine karışıyorlardı. Adam, doğru teknikleri göstermek için üzerine doğru her seferinde birazcık daha eğiliyor, üstlerine damlayan boyaları umursamıyorlardı. O an kısa bir an için yaramazlık yapmak isteyen benliği rahat durmadı ve elindeki sarı boyadan birazını adamın yanağına sürdü. Karşılığında adamdan küçük bir kıkırtı ve kendine burnuna dokundurulan turuncu boya kazanması ile küçük bir savaş başlatmışlardı bile. Birbirlerine savurdukları her fırça darbesinde biraz daha yakınlaşıyor, birbirlerini iyice kirletiyorlardı.
Bu küçük eğlence adamın, parmak uçlarıyla dudaklarına dokundurduğu kırmızı boya ile son buldu. Küçük kahkahalar kesilmiş, şimdi yalnızca birbirlerinin gözlerine odaklanmışlardı. Sessizlik,sıcak havanın yarattığı bir ateş gibi vücutlarını sarmaya başlamıştı. Kendi parmaklarındaki sarı boyayı adamın ince dudaklarına dokundurup biraz da kendini şaşırtarak konuştu:
"Turuncumuz kalmadı,Tablomuz yarım kalacak"
İçinde bulundukları durumdan sıyrılmak için alakasız bir cümle kurmuştu aslında ama adamın gözleri birden parladı. Söyledikleri, tam da aradıkları şeyi fısıldamıştı. O an, dilindeki sözler, iki insanın arasında doğan renkli bir anlamın kapılarını aralamıştı. Turuncu, ne kadar basitti aslında. O an için derin bir anlam taşıyordu ama. Bir an sessizlik tekrar hakim oldu.
Gözlerinde bir merak, soru işareti vardı. Adam, yavaşça yüzüne yaklaştı,dudaklarındaki kırmızı ve sar boyalar birbirine karışmaya başlamıştı. Ardından küçük bir gülümseme ile dudaklarını onun dudaklarına yerleştirdi.Boyalar,bu kısa ama anlam yüklü temasta turuncuya dönüştü. O an, ne sözcükler, ne de zaman vardı; yalnızca bu anın içinde kaybolmuşlardı, her şeyin birbirine karıştığı noktada.
"Artık turuncuya sahibiz."
Hayatının en güzel gününü resmetmelerini isteselerdi, boş bir tuvale turuncu bir çizik atarlardı sadece. Zira günün ilerleyen saatlerinde, ayçiçeği tarlasının ortasında tüm renkleri birbirlerine karışırken, onlar turuncunun büyüsüne kapılmışlardı. Kırmızıyı, moru, maviyi en derinlerinde hissetmişlerdi ama tablolarında onları karanlığa hapseden günahın başlangıcı turuncuydu.
Ertesi sabah, aşkının yanına ulaşmak için hevesle buluşma yerine doğru ilerlediğinde, gözlerini saran çiçeklerin arasında onu karşılayan bir veda mektubu buldu. Mektup, her şeyin son bulduğunu haykıran bir sessizlik gibi, tüm dünyasını siyaha boyamıştı. Kalp kırıklığı, içini kavururcasına dolan gözleriyle mektubu okurken, akıl almaz bir öfke ve çaresizlik bedenini sardı Her kelime, ona bir darbe gibi vuruyor, her satırda biraz daha yok oluyordu. O an içindeki fırtına bir anlığına durdu ve derin bir nefes alarak, kendine sessizce söz verdi: bir daha asla güneşin doğmasını beklemeyecekti. Artık,o solgun ışık ne onu umutlandıracak ne de bir sabah daha beklemeye zorlayacaktı.
"Sevgilim,
Birlikte kurduğumuz renkli dünyada her şeyin ne kadar gerçek olduğunu hatırlamanı istiyorum. Artık sana ait olan renkleri yüreğimde taşıyacak, hatıralarda kaybolacağım. Renkler, sadece sessiz birer anıdır. Bu son çizik, son renk bizim oldu. Ve şimdi, güneşin doğması bile başka bir anlam taşır. Sana dair tüm sessizlikleri sevdim, tatlı tebessümlerini her bir tabloma çizdim. Seninleyken yalnızca...yalnızca seni sevdim. Bir gün, belkide 10 yıl sonra yollarımız yeniden kesişecek. Zamanın içinde kaybolmuş olacak belki, ama kalbimde hep bir yerin olacak. O gün geldiğinde, birbirime her şeyin ne kadar değiştiğini anlatacak kadar birikmiş hayatlarımız olacak. Ama seni tanıdığım o ilk anın hatırası, içimdeki en derin renk olarak kalacak.
Sevgiyle,
Bir gün seni bulacak olan."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sunrise | One Shot 🌻
Teen Fiction"Tüm bu acı verici öykünün sloganı ise şudur: Sanat her şeyin üstündedir." For N.🌻