Bugün hastaneden çıkmıştım. Bang Chan okuldaydı bu yüzden kendim eve dönecektim. Neredeye iki haftadır buradaydım. Kollarım hala sargılıydı ve biraz sızlıyordu bu yüzden üzerimde uzun kollu siyah bol bir hoodie vardı.
Ben burada kaldığım sürece Bang Chan sabah okula gidiyor, akşam yanıma gelip benimle ilgileniyor ve yanımda sabahlıyordu. Ona ne kadar gerek olmadığını söylesem de dinletemiyordum.
Bu sırada otobüse binmiştim. Bir on beş dakika sonra ise eve varmıştım.
Kapıyı açtığımda yerde temizlenmesi gereken kan lekeleri vardı. Mutfağa korka korka gittim ve buzdolabının kapağını açtım. Birkaç yiyecek bozulmuştu, dolap kokuyordu. Tezgahın üstünde güzel bir tepside küflenmiş bir limonlu kek de vardı. Bunu Bang Chan'ın annesi yapmış olmalı.
Bunların hepsini temizlemem gerekiyordu ama akşam yapmalıydım çünkü okula gitmek zorundaydım şimdi.
Yukarı çıktım ve okul formamı giyip üzerine fermuarlı bol siyah bir sweat geçirip okul çantamı taktım ve evden çıktım.
Yeniden otobüse binip okula vardım.
Buraya gelmeyi hiç ama hiç sevmiyordum. Umarım bugün okula gelmemişlerdir.
Okula girip en üst kata çıktım ve sınıfıma ilerledim. İçeriye girdiğimdeyse en arka cam kenarında olan sırama oturup kafamı sıraya yaslayıp gözlerimi kapattım.
Benim geldiğimi görenler direkt dedikodumu yapmaya başlamıştı. Üstelik yanıma yanaşan ayak sesleri seziyordum. Bu kesin Hyunho'ydu.
Birden saçlarımdan tutularak geri doğru yatmıştım. Gözlerimi açıp baktığımda onu ve arkadaşlarını gördüm. Daha çok çete gibilerdi.
"Bak sen kimler gelmiş. Gözümüz yollarda kaldı Minniecik. Nasılsın bakalım? Ah bu sargılar da ne böyle? Bizim ilgi meraklısı bileklerini kesmiş arkadaşlar! Hahahahahh"tuttuğu saçlarımı yolarcasına çekiyordu.
"Ne diyorsun sen be? Ben kimsenin ilgisini çekmek için bir şey yapmadım."
"Aa bunun dili biraz fazla uzamış. Haddini bildirsek mi acaba?"saçımdan tuttuğu eliyle beni sertçe öne yatırıp yüzümü sıraya vurmuştu. Acıyordu hemde çok fena. Burnumda bir sıcaklık hissettim ve parmağımı oraya götürüp baktım. Burnum kanıyor. Hassiktir.
Herkes bana ölesiye gülüyor, dalga geçiyordu. Ucubeler, ibneler havada uçuşuyordu. Bense sadece kötü sözlerini dinliyordum onların. Bu sıra kendimi de tutamadan gözyaşlarımı salıvermiş, sessizce onları dökmeye başlamıştım. Üstüne bir de titremelerim gelmişti. Tüm vücudum durmayacakmışçasına titriyordu. Ben artık kontrolümü kaybetmiştim.
"Sen ibne bir piçin tekisin. Artık seni koruyacak kimse kalmadı hm? Annen de baban da cehennemin dibini boyladılar bile. Arkalarından seni de göndereceğim merak etme."sırıtarak yüzüme bakıyordu.
"Çocuklar ben bir ara bu herifin güldüğünü gördüm. O kadar komik ve iğrençti ki tanrıya beni kör etmesi için yalvarmıştım. Iyy o dişleri de aynı it gibiydi."herkes bana bakarak haykırırcasına kahkaha atıp beni aşağılıyorlardı. Gülüşüm gerçekten bu kadar kötü müydü? İğrendiriyor muydum insanları kendimden?
Kulaklarımı tıkamak istedim. Yapamadım. Ellerim gitmedi kulaklarıma. Öylece titreyip duruyordum sadece.
Başımdaki kalabalık ne olduğunu bilmediğimi bir biçimde dağılmıştı.
Kafamı kaldırıp baktığımda hocanın geldiğini görmüştüm. Adam gelir gelmez yoklama almaya başlamıştı. Sabır.
"Seungmin?"ne yapacağım şimdi. Doğru düzgün konuşamıyorum bile.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ay'ım, Chanmin
أدب الهواةNeden yaşıyorum ki ben? Yaşayacak bir sebebim kaldı mı benim?