1

92 17 211
                                    

Bu kurguda geçen tüm olay ve kişiler hayal ürünümdür. Hiçbir gerçeklik veya mantık aramayın.

***

Gözlerim açıldığında uyuduğum yerde değildim. Uyandığım yer bana fazlasıyla yabancıydı. Dün evimde değil miydim?

Hızlıca etrafıma bakmak için ayağa kalktım. Hiçbir eşya olmayan mahzen gibi bir yerdi. Bazı yerlerde irili ufaklı taşlar vardı. Etrafta benim gibi bulunduğu yeri garipsemiş dört kişi vardı. İkisi erkek ikisi kız.

Onları ilk defa görüyordum. Yabancılık hissi şimdiden yanıma uğramış onlara soru dahi sormamı engelliyordu. Bulunduğumuz yerde bir pencere var mı diye etrafa baktım. En tepede bulunan daire ve küçük pencere günışığını zar zor da olsa içeriye taşıyordu. Orası geçiş için çok küçüktü. Tekrar bir geçiş, kaçış yolu aramak için bakışlarımı içinde bulunduğum odada gezdirdim. Oda bomboştu. Bir kapısı, penceresi ve taşları dışında bomboş bir yerdi. Kapı açılır mı diye bakmak için oraya doğru yöneldim. 

"Denedik. Hepimiz tek tek denedik ama açılmıyor." Uzun ve kıvırcık saçlı kız bunu demişti. Ama denemekten bir zarar geleceğini düşünmüyordum. Kapıya baktığımda demir olduğunu fark ettim. İstesem de açılmazdı. Tekrardan yerime oturup birinin gelmesini veya onların konuşmasını bekledim.

***

Uzun süre geçmişti ama hiçbirinden çıt çıkmıyordu. Kimse de gelmemişti. Belki de ben uzun geçtiğini düşünüyorumdur? Artık dayanamayıp "Buraya nasıl geldik?" diye saçma bir soru sordum. Hiç konuşmamaktan iyidir.

Soruma yanıt alamamam onların da bunun cevabını bilmediklerinden dolayı olduğunu düşündüm.

 Ayak sesleriyle birlikte hepimizin bakışları kapıya doğru yöneldi. Yabancılardan sarı saçlı bir erkek yerde bulunan bir taşı eline aldı. Ona ters ters bakarak "Kendini o şey ile koruyabileceğini mi düşünüyorsun?" diyerek fikrimi belirttim.

O da bana bakarak "Sen hep bu kadar konuşur musun?" Bulunduğumuz yeri sorgulamak şu an için en doğal hakkımdı aslında, ama şimdilik susacaktım. Demir kapı açılınca içeri zırhlı ve asker olduğunu düşündüğüm iki kişi girdi. Adamlar zırhlıydı ve o taş onlara hiç bir zarar vermezdi. O da bunu anlamış olmalı ki taşı yere fırlattı. "Sizi buraya çok önemli bir görev için getirdik." 

"Kabul etmiyorum" konuşan kişi kapıyı açmaya çalıştığımda tepki gösteren kızdı. "Size bir teklif sunmadık. Bu zorunlu olduğunuz bir görev ve buradan gitseniz dahi daha çok etkileneceksiniz" Neler olduğuna dair hiç bir fikrim yoktu. Öğrenmek için sessizliğimi korudum. Ama buradaki kimseye de güvendiğim söylenemezdi.

"Şu an bir savaşın içerisindeyiz ve sizlerin bu savaş için yetenekli olduğunuzu biliyoruz. Öncelikle tanışmanızı istiyoruz sonra da merdivenlerden aşağı ineceksiniz, kralımız size ve diğer savaşçılara açıklamada bulunacak." 

"Ne yani sizin için canımızı feda edeceğimizi mi düşünüyorsunuz?" sarışın çocuğa kesinlikle hak veriyordum. "Evet, doğru söylüyor. Bizi buradaki bilinmezliğin ortasına direkt koyarak bir savaş kazanmanız pek olası değil. Biz sizin oyuncağınız değiliz." 

"Diğer geri kalan bilgileri aşağıda öğreneceksiniz." İki muhafız da odayı terk edip gittiler. Neyin içine düşmüştüm ben?

Kıvırcık saçlı kız bağırarak "Neden hiç birinizden ses çıkmıyor ya! Bizi buraya kadar evimizden alıp getiriyorlar ve siz sanki normal bir şeymiş gibi hiç tepki vermiyorsunuz" Kavgalar, tartışmalar şimdi başlıyordu işte. Bir sürü insan yan yana gelirse, hele ki bakış açıları çok farklıysa, orada kesinlikle kavga çıkardı.

Sinirimi içimde tutamayarak kıza karşılık verdim "O kadar zekisin ki seni ayakta alkışlıyorum." Bunu söylerken aynı zamanda ellerimle onu alkışlıyordum. "Sen benim içimde düşünmediğimi mi sanıyorsun. Neyse. Şu an daha önemli bir durumun içindeyiz. İlk önce denileni yaparak tanışmayı deneyelim mi?" Kıza olan öfkem ile burada olan saçmalıklar birleşince biraz üzerine gitmiş olabilirdim ama onun da haksızlık etmesi gerekmiyordu.

Az önce bağırıp çağıran kız "Ben Laren" diyerek kendini tanıttı. Birden sakinleşmiş olması pişman olduğunu anlamamı sağladı. Zaten buradaki saçma konumumuzu çoğu kişinin sakince karşılayacağını düşünmüyordum.

Taş konusunda dalga geçtiğim çocuk "Ben Alin." 

Hiç sesini çıkarmayan siyah saçlı olan "Ben Pera" diye kendini tanıtınca kaşlarım birden tanıdıklık hissiyle çatıldı. Bu isim kulağıma yabancı gelmiyordu. "Ben Meyra" kendimi tanıtınca aynı şeyi o da yaptı. Bu sefer kesinlikle bir yerden tanıdığımı fark ettim. 

Herkes şimdi kırmızı saçlı ufak kıza bakıyordu. Ağzını oynatarak bir şeyler dedi ama ses çıkmıyordu. Konuşamadığını tahmin ederek "Ellerini kullanabilirsin." diye onu cesaretlendirdim. Elleriyle "Ben Neva" diye kendini tanıtınca yüzüme gülümseme yerleştirip "Memnun oldum Neva." 

Neva ölen kardeşim Suo'ya çok benziyordu. O da konuşamıyordu ve gözleri Neva'nınkiler gibi ormanı andırıyordu. Suo hastalık sebebiyle bana veda etmiş olsa da ondan kalan saat hep benimleydi. Saati hatırlayınca hemen elbisemin ceplerine baktım. Cebimde olduğunu fark edince rahatlayarak diğerlerine döndüm.

Pera bıkmış olacak ki "Aşağı inmiyor muyuz?" diye inmemiz gerektiğini hatırlattı. Ben de "Başka çaremiz yok." diye merdivenlere yöneldim.

***


SavaşçıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin