1.0

2K 152 20
                                    

Duyduklarımız duymadıklarımızdan çok acıtır canımızı. Bildiklerimiz de bilmediklerimizden.

İnsan beyni bütün zıtlıklarla özene bezene donatılmıştır. Acı çekmekten nefret eder ama kendine acı çektirmekten vazgeçemez. Pişman olacağını bilir, yine de aklına koyduğunu yapar. Zamanı geriye alamayacağının farkındadır ama bütün kelimelerini bir bıçak gibi karşı tarafın kalbine saplarken asla geri adım atmaz.

Her zaman sen, sen, sen. Her şeyin sorumlusu sensin. Sen vefasızlık yap diye miydi tüm bunlar?

Kalbim ağrıyordu. Yıllardır bastırmaya çalıştığım bütün hisler gün yüzündeydi, sonunda saklandıkları yerden çıktıkları için teker teker geliyorlardı üstüme. Abim... Onu düşünmek bile istemiyordum. Bana sarf ettiği sözler yalnızca sinirden dolayı olamazdı. İçinde kalan ve asla yüzüme söyleyemediği şeylerin hepsini bugün arka arkaya sıralamıştı. Hayatında belki ilk defa beni gözden çıkarmıştı.

Yalnız hissettiğim doğruydu. Evet Sera vardı, hâlâ Selen Abla vardı, aramızda ne yaşanırsa yaşansın şu an arayıp çağırsam 10 dakikada yanımda olacak bir abim vardı ama yalnızlık korkunç bir şekilde içime sızmıştı; kemiklerim arasında dolaşıp derimin altında nefes alıyordu. Sanki yıllardır ağırladığım misafir, evime temelli yerleşmiş gibiydi.

Tabii, bir de Barış vardı.

Beni o hâlde bulup salonu gördükten sonra, kendi evine getirmek için ısrar etmişti. Ertesi gün dersim olduğunu, kedinin maması ve kumunun burada olduğunu, yatağımdan başka yerde uyuyamayacağımı söylemiştim. Fakat o beni dinlememişti, biraz hava almam gerektiğini ve farklı bir yerde konaklarsam dikkatimin dağılacağını iddia ediyordu.

Uyuyamazsan bütün gece başında beklerim, demişti. Kediyi de eşyalarıyla beraber yanımıza almamızın sorun olmayacağını, kuşunun üst katta kafeste olduğunu eklemişti.

Israrına karşı gelecek bir efora sahip değildim. O yüzden sadece başımı sallamıştım. Bir bebekmişim gibi bana hırkamı giydirmesine, kediyi kafese koyup eşyalarını toparlamasına izin vermiştim. Ne ara olduğunu anlamadığım şekilde salondaki cam kırıklarını bile süpürmüştü, eve döndüğümde uğraşmamam için yaptığını söylüyordu.

Bana kıyamıyor gibi davranması mahcup hissettiriyordu.

Arabası bozulduğu için ben evde beklerken o bu yağmurda dışarı çıkmış, tamir edip beni almaya gelmişti. Yolda telefonla konuşmuş ve Kerem'i tabiri caizse evden kovmuştu. Hemen itiraz etmiş ve rahatsız olmayacağımı, gecenin bu saatinde dönmesinin mantıksız olduğunu söylemiştim.

Tabii ki onaylamamıştı. Neyse ki Kerem uzak bir yere gitmiyordu. Bu vesileyle aynı sitede oturduklarını da öğrenmiştim. Zaten uzak olsa Barış herhalde kovmazdı. Herhalde.

Eve geldiğimizde önceki sefer gibi rahatça içeri girememiştim. Sonuçta onda bir kalabalık, müzik ve konuşacak şeyler vardı. Bu kez sessiz ve boş bir eve yabancılık çekerek girmiştim. Barış kediyi salona götürüp bize çay yapmaya mutfağa gittiğinde ben hâlâ koridorda duruyordum.

"Orada sabaha kadar duracak mısın?" diye seslendi bana mutfaktan.

Yabancılık çekmem ona kendini rahatsız hissettirebilirdi. Sonuçta benim için çabalıyordu. Sırf bu sebeple hırkamı çıkarıp vestiyere bıraktım ve mutfağa ilerledim. Kapıya yaslanıp onu izlemeye başladım.

Ev çok sıcak olduğu için tişörtünü çıkarmıştı, beyaz bir atlet ve gri eşofmanıyla arkası dönük şekilde bize çay demliyordu. Bir müddet onu izledim. Elleri o kadar hızlı hareket ediyordu ki takip edemiyordum. Sanki yaptığı en önemli şeymiş gibi davranıyordu.

meddle about | barış alper yılmazHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin