SIMSIKI AVUÇLARINDATaylor swift: Would have, could have, should have
Plain White T's: Hey There Delilah
Elbette seni inciteceğim. Elbette sen de beni inciteceksin. Elbette birbirimizi inciteceğiz. Varoluşun koşulu da budur. Bahar olmak, kışı göze almaktır. Var olmak da yok olmayı göze almaktır.
Küçük Prens alıntı.
.
Liseden nefret etmiyordum.
Hayır. Çoğu gencin aksine, ben okulumu gerçekten seviyordum. Kimseye bulaşmadan geçirdiğim üç yılın ardından bir toz tanesi kadar muhatabım olmayan insanlarla bile günün sonunda yardımlaşabilirdim. Ve hayır, çoğunuzun düşündüğünün aksine zenginler bursluları ezmiyorlardı.
Neden uğraşsınlar ki?
Alt tabakayla uğraşmayı gerek görmeyecek insanlarla bir arada okuyordum. Ailem, sayılı zenginlerden falan değillerdi. Ben de başrol olan şımarık zengin kız değildim.
İsmim Pera. Sağlam, güçlü ve kararlı demek. İnsanların isimlerinin karakterlerini taşıdıklarına çok inanmıyorum. Bence her insan, kendine vadedilenden çok daha fazlasına layıktır. Bir ismin kişiliğimi belirleyecek olması düşüncesi beni biraz kızdırıyor. Gün sonunda, birer kelimeden daha fazlasıyız sonuçta.
Yalan söyledim.
Günün sonunda ne olduğumu bile bilmiyorum. Tekrar tanışalım.
İsmim Pera. Babamın annemden önce âşık olduğu kadının ismi, bu yüzden ismimden nefret ediyorum ve yine aynı sebepten kendime bir takma isim buldum. Sosyal medyalarım, arkadaş gruplarım arasında seslenilen ismim ve ailemin bana seslendiği isim. Yedi yaşındaki bir çocuğa göre devrim gibi bir şey yapmıştım ismimi kabul etmeyerek.
Çünkü bir kavganın ana öznesi olmak, cümle sonundaki nokta olmaktan daha kötüydü. Ben de nokta olmaya karar vermiştim. Kimse bana Pera demezdi, öğretmenlerim bile.
Hayır, yine yalan söyledim. Bu zamana kadar kimse bana Pera deme cesareti bulamamıştı, evet, ancak bir sonbahar akşamında her şey değişti.
Şimdi geriye dönüp baktığımda, ne çok şey sığdırabiliyordu insan kısacık hayatına.
Normal bir sabahtı, okulların başlamasına iki gün vardı ve ben son sınıf öğrencisi olarak ders çalışıyordum. Evimiz sessizdi, babam gittiğinden beri öyleydi. Yedi yaşımın, sekizine girmesine izin vermemişti ve eşyalarını kahverengi bir bavula koyarak yine bir sonbahar gecesi bizi terk etmişti.
Pera'sına. Pera'sına gitmişti.
Yani annem öyle söylüyordu.
Evdeki sorun gittiğinde, kavgalar da bitiyordu. Geriyeyse ayakta durmaya çalışan üç beden kalıyordu; annem, ben, ve sevgili ağabeyim.
Babasının oğlu olmayı seçmişti.
Ağabeyim evi terk ettiğinde on sekiz yaşındaydı, aynı babam gibi doğum günümde gitmeyi tercih etmişti. Annem, babamda yapmadığının aksine onu durdurmaya çalışmıştı. Ancak bir insanın sizi terk etmesi, yalnızca bedenen olmuyordu. Bir hayaletle yaşadığınızı, ancak o gittiği an anlıyordunuz. O zaten çoktan gitmişti.
Yine de bu gidiş, canımı en çok yakan olmuştu.
Annem güçlü bir kadındı. Yaşadıklarını kaldırmaya çalışan, kendine ve elinde kalan her şeye en iyisiyle bakmaya çalışan bir kadındı. Bana.
İsmim, Kardelen. Yedi yaşındaki bir kız çocuğuna göre iyi bir seçim yapmıştım. Annemin her gece okuduğu masallardan birindeki o kardelen çiçeği olmak istemiştim. Güçlü, zorluklara karşı direnen biri olmak istemiştim. Bana biçilen o isimle değil, kendi tırnaklarımla kazıyarak.
Annem doktordu. Ben on üç yaşından beri sadece ikimiz vardık. Annemi seviyordum. Ona saygı duyuyordum.
Ancak bazen, gözlerime baktığında gerçekten beni mi görüyordu yoksa Pera'yı mı bilmiyordum. Ve o anlar, kendimden en nefret ettiğim anlar oluyordu.
Babam gittiğinde taşınmıştık. Başka bir sokağa, başka bir mahalleye veya semte değil. İzmir'in her bir karışından nefret ederek, İstanbul'a taşınmıştık. Annem ve ben. Ağabeyim her zaman İzmir için öleceğini söyler, orayı geri isterdi. Benden daha çocuktu. Zaten bir süre sonra üniversiteyi kazanmış ve gitmişti.
Babamın aksine hala bağlantı kuruyorduk. Ben değil, annem daha doğrusu. Bir erkeği hayatından çıkarmak kolay oluyordu sanırım, ama evladından vazgeçememişti. O, onu terk etse bile. Ağabeyim üniversiteyi kazanıp gittiğinde ben on dört yaşındaydım. Bundan üç sene önceydi.
Annemin yaptığını yapmayacak ve beni terk eden hiç kimseyi bir daha affetmeyecektim. Asla.
Bu yüzden onun sesini bile duymamıştım. Annemin bazen fotoğrafımı çekip ona atacağını fark ettiğim anlarda yapmayacağım şeyler yapar ve onunla bağıra çağıra kavga ederdim. Saçmalıktı. Geride bizi birer çöp gibi bırakmıştı, eşelemesine gerek yoktu.
Onu ömrüm yettiğince affetmeyecektim.
Babasıyla iyi bir hayat yaşıyordu. Bir daha hayatıma girmediği sürece sorun yoktu. Gurursuzdu, bir kadın için kendini terk eden bir adamın çocuğu olmayı kabul ediyorsa devam edebilirdi.
Ben, unutmazdım.
Bu yüzden, İstanbul'u yeni evim, Kardelen'i de kendi ismim seçmiştim. İstanbul'un sonbaharını çok severdim. Yürümeyi, müzik dinlemeyi, anın tadını çıkarmayı hayatım kabul ederdim. Voleybol oynardım.
Takım kaptanıydım.
Okuduğum liseye yarı bursla kabul edilmiştim. Annem kalanını sorgusuz karşılıyor, benden sadece hayatıma bakıp iyi bir meslek edinmemi istiyordu.
Ne istediğimi bile bilmiyordum. Neye çabalıyordum? Günün sonunda, kafasında soru işaretleri olan bir gençten fazlası değildim. Ve o akşam, soru işaretlerimin beni uyutmayacağını anladığım için bir yürüyüşe çıkmıştım. Bej rengi bir kot pantolon üzerine ince, kahve bir kazak giymiş; saçlarımı iki yandan gevşekçe örmüş ve kulaklığımı takmıştım. Huzuru ararken hiç girmemem gereken bir yola girmiş, hiç tanışmamam gereken biriyle tanışmıştım belki de. Merak ediyordum, o gün her zaman gittiğim yoldan gitseydim eğer hayatım ne ölçüde değişirdi?
Sımsıkı avuçları vardı.
Sımsıkı avuçlarında, bir sonbaharda can bulmuştum; ama o avuçlarda can vermeyeceğime yemin ettim.
İsmim Kardelen Parya.
Ve onun sımsıkı avuçları, bana birer yuva.
YOU ARE READING
Sımsıkı Avuçlarında
ChickLitSımsıkı avuçları vardı. . Yayımlanma tarihi: 17.07.2024