*1

349 32 9
                                    








Evin içi karanlık ve sessizdi. Perdeler sıkı sıkıya kapanmış, ışık girmesin diye özenle yerleştirilmişti. Odalar, sanki yaşam belirtisi kalmamış gibi boştu. Her şey bir tür durağanlık içinde, sessizce zamanın geçmesini bekliyordu. Duvarlar, dışarıda olup bitenlerden habersiz, içlerinde barındırdıkları sessizliği koruyordu. Kapının ardındaki dünyadan kopuk, kendi küçük evreninde yalnız başına yaşamakta olan biri vardı. Hayatın yükü omuzlarında birikmiş, umutlarını ve neşesini yitirmiş bir haldeydi.

Bir zamanlar neşeli kahkahalarla dolan bu ev, şimdi hüzünlü bir sessizliğe bürünmüştü. Gözlerindeki ışık sönmüş, yüreğindeki sıcaklık kaybolmuştu. Zihni, geçmişin gölgeleriyle doluydu; geçmişin mutlu anılarını hatırlamak bile ona acı veriyordu. Hayattan kaçmak, kendi iç dünyasında kaybolmak istemişti. Markete kısa geziler dışında, kimseyle konuşmamış, kapılarını kimseye açmamıştı. Kendi kabuğunda, dış dünyadan kopmuş, yalnızlığına çekilmişti.

Bu umutsuzluğun ortasında, geçmişin bir parçası, en eski dostu Simge, ona ulaşmak için elinden geleni yapıyordu. Yılların dostluğu, aralarındaki bağı kuvvetlendirmişti. Ne kadar zor zamanlar geçirirse geçirsin, Simge hep yanında olmuş, ona destek vermişti. Simge'nin gelişi, bu sessiz ve karanlık dünyaya bir nebze ışık getirebilirdi. Kapının çalınmasıyla birlikte, dış dünyayla olan tek bağlantısı tekrar kurulmuştu. Simge, her zaman olduğu gibi yine oradaydı, yanında.

Simge. Kulüpte tanışmıştık. O, evrendeki tek sabit noktamdı yani artık tek o kalmıştı. Gerçi ben bile hayatımdan çokça uzaklaşmıştım artık sabit noktam neresi neredeyim bilmiyordum tek bildiğim her ne olursa olsun kim giderse gitsin, Simge kocaman bir kaya gibi hep orada durmuştu.

Ne kadar hata yaparsam yapayım, asla çekip gitmedi. En son yaptığım şey çokta affedilir bir şey değildi ama yine buradaydı yine beni toplamak için kapıma gelmişti. Bu sabah da çağrıma kayıtsız kalmamış, koşarak gelmiş ve beni yine berbat bir halde.

"Bir daha beni kendinden uzaklaştırsan gebertirim seni."
Kapıyı açar açmaz beni kendine çekip sımsıkı sarıldı.

"Of. Ne iğrenç biriyim ben, Simge." "Hayır değilsin sadece biraz zorsun o kadar. Nasılsın? İyi misin?"
"Değilim."

Üzerimde eski bir pijama, başımı onun omzuna yaslayıp gözlerimi kapattım. Zakkum kokusu burnuma doldu. Başkasında duysam irkilirdim belki, ama bu koku onun varlığını tamamlıyordu. Zihnimde eski bir bahçe canlandı; öğle güneşinde ısınmış bahçemizi serinletmek için elinde hortumla ıslatan annem ve bahçenin bir köşesinde tebeşirle yerleri boyayan ben. Annem çiçekleri suladıkça yükselen o koku.

"Neden açmıyorsun telefonlarımı?"
Cevabım yoktu.
"Kaçtım, Simge, içime kaçtım, kaçtıkça daha da dibe battım" diyemedim. İçim paramparça, diyemedim.

Yaz başından beri evdeydim. Sadece markete gidiyordum. Tuzlu fıstık ve bira alıyordum, çok içiyordum, pek bir şey yemiyordum. Epey zayıflamıştım. Saçlarım uzamıştı. Yer yer beyazlarım bile çıkmaya başlamıştı.

"Seni çok merak ettim."

Simge, adımını içeri attığında, evin hali onu bir an duraklattı. Oda, savaş sonrası bir meydanı andırıyordu. Sehpanın üzerinde biriken kitaplar, boş bardaklar ve eski gazeteler, düzensiz bir şekilde yayılmıştı. Yerde, tek bir çorap, yırtılmış bir plastik torba ve oraya buraya saçılmış eşyalar göze çarpıyordu. Koltuğun kenarında, kim bilir ne zamandır orada duran, solmuş ve kirlenmiş bir battaniye vardı. Toz tabakaları, güneş ışığının giremediği odada sessizce dans ediyordu. Perdeler kapalıydı ve içerisi ağır, bayat bir kokuya bürünmüştü. Balkonda biriktirilmiş boş bira şişeleri, mutfağa ve antreye kadar taşmıştı.

Artık Yaz  ||HansalHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin