Multimedia - Güneş *=*
Söylediğine karşı yürümeyi durdurup arkamı döndüm ve ona, Onur'a doğru yürüdüm. Yanına varınca;
"Ben sana ne diyorum sen hala pişkin pişkin adını söylüyorsun. Banane senin adından. Sanki çok işime yarayacakmış gibi."
"Bak biliyorum sinirlisin. Ama ben bilmeden sinirlendirdim seni. Söyle neden sinirlendin? Doğrusu neden sinirlendirdim seni?" deyince gözlerimden yaşlar akmaya başladı. "Tamam o zaman gel şöyle oturalım, anlat bana." dedi bankı göstererek.
Ben de istemeye istemeye gösterdiği yere oturdum. O da oturunca;
"Evet söyle bakalım. Seni bu kadar sinirlendirip üzen şey ne? Ama önce adını söyle." dedi. Ben de gözyaşlarımı silip derin bir iç çektim.
"Adım Güneş. Bak sana neden sinirlenip üzüldüğümü anlatamam."
"Neden?" diye sordu meraklı bir şekilde.
"Çünkü anlatırken içim acıyacak biliyorum ve ben buna dayanamam." dedim gözümden akan bir- iki damla yaşı silerken.
"Bence anlat. Anlatırken ağlarsan rahatlarsın birşey olmaz. İçin acırsa da istediği kadar acısın. Büyüyünce unutursun." dedi hafif tebessüm ederek. Aslında doğru, rahatlayabilirdim. Zaten en yakın arkadaşım Bensu da tatile gitmişti ve beni hiç arayıp sormuyordu. O yüzden içimi dökecek birine ihtiyacım vardı. Bu kişi de Onur olabilirdi.
"Peki." dedim ve denize dönüp anlatmaya başladım. "Tam iki yıldır beraberdik. Çok mutluyduk. Hani tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş derler ya işte biz de tam öyleydik. Onu çok seviyordum. O da beni çok seviyordu. Ve beni asla bırakmayacağını söylüyordu. Ama... Ama bıraktı. Beni yarı yolda bırakıp gitti. Oysa ki hiç ayrılmayacaktık ve çok mutlu olacaktık. İkimiz de söz vermiştik. Ama Gökhan sözünü tutmadı." dedim ve Onur'a döndüm.
"Peki neden bıraktı?" dedi. Ben de gözlerimi kapatıp derin bir iç çektim ve devam ettim.
"Çünkü... Çünkü hasta olmuştu." dedim ve ağlamaya başladım. Ağlayarak konuşmaya devam ettim. "Çok kötü bir hastalığa yakalandı ve hastalık onu bırakmadı. Benden çekip aldı. Onu hayattan kopardı. Ve şimdi... O artık yok." dedim ve bu sefer hıçkırarak ağlamaya başladım.
Ben ağlarken kollarını omzuma doladı. Ben de artık gücüm kalmadığı için kendimi kollarına bıraktım. Birkaç saniye sonra yaptığımın saçma olduğunu düşünüp kollarından ayrıldım ve ayağa kalktım.
"Neyse ben artık gideyim." dedim gözyaşlarımı silerken. O da ayağa kalktı ve;
"Ne zaman istersen sahile gelip benimle dertleşebilirsin. Ne zaman istersen. Ve kendini fazla üzme. Eğer böyle giderse durumun pek de iyi olmaz. Yani şey... Anladın sen." dedi çok hafif tebessüm ederek. Ben de kafamı evet anlamında salladım ve;
"Gerçekten çok teşekkür ederim. Ben de sinirlenip sana çok bağırdım. Abarttım biraz. Sen nerden bilebilirdin ki başımdan geçenleri. Çok üzgün olduğum için sana patladım. Pardon."
"Gerçekten önemli değil. Seni anlayabiliyorum."
"Neyse. Tekrar teşekkür ederim. Görüşüz." dedim ve eve doğru yürümeye başladım.
Acaba gerçekten tekrar görüşecek miydik? Aslında olabilirdi. Yani Onur güvenilir bir insana benziyor. Ve gayet de samimiydi. Hoş çocuktu yani.
Ya ben ne diyorum be. Ne hoşu. Hiçte hoş falan değil. Gökhanım var benim. Eğer beni bu düşüncelerle görürse kızar bana.
Sanki bunları düşünürsem bile Gökhan'ı aldatıyormuşum gibi bir his oluşuyordu içimde. Zaten ben sadece Gökhan'ı düşünmek istiyorum. Ama o yok.