[Yazardan]Herkes koltuğun başında toplanmış, koltukta oturan ve uzun süredir sesini çıkarmayan bedeni seyrediyordu. Yanağını eline yaslamış, öylece halıya bakıyordu şişmiş gözleri ile Jungkook. Bu kadar kısa sürede nasıl dağılmıştı bilmiyordu; saçları bağımsızlığını ilan etmiş, gözleri kan çanağına dönmüş ve şişmiş, yüzü uzun süredir ağladığı için pembemsi bir renk almıştı. Dakikada bir gözyaşı düşürüyordu gözpınarlarından ama oralı değildi. Yein, gözyaşı düştükçe elindeki mendil ile siliyordu hemen. Arkadaşını bu halde gördükçe içi parçalanıyordu ama o bu haldeyken güçlü durmalıydı. Çok sıkıştığı zamanlarda elindeki işi Jimin'e devrediyor ve mutfağa kaçıp orada ağlıyordu.
Saatlerdir bir haber yoktu. Ve yine saatlerdir evde hiçbir ses yoktu. Sadece ara ara Jungkook'un iç çekmeleri dolduruyordu odayı. İlk geldikleri zaman çok şiddetli ağlıyordu ve hiçbiri onu neyin iyi yapacağını bilmiyordu kimse.
"Jungkook, bu kadar harap etme kendini. Bizimkileri tanıyorsam Taehyung'u kesinlikle getirirler."
Seokjin konuştuğunda Yoongi ondan güç almış ve onu onaylamıştı, "Katılıyorum. Hoseok ve Mijoo'yu hafife alma. Neşeli birer çocuk gibi görünseler de ikisi de içimizde adam öldürecek potansiyele sahip tek iki kişi."
"Ne pahasına olursa olsun onu sana getirecekler, ağlama artık hadi."
Jimin son noktayı koyup koltuğun yanında çökmüş ve dizlerini yere koyup elini Jungkook'un elinin üzerine atmıştı. Tam o sırada kapı sesi duyulmuştu. Namjoon yedek anahtar ile kapıyı açıp diğerlerine yol gösterdiğinde, yorgunluktan bitmiş bir beden ve ardında üç endişeli yüzle dördü de içeri girmişti. Jungkook yerinden fırlayıp kapıya doğru döndüğünde ve karşısında uzun zamandır beklediği bedeni gördüğünde vücudu titremeye başlamıştı. Ellerini yüzüne çıkarıp tekrar sesli bir şekilde ağlamaya başladığında, herkes sessizce bakışlarını birbirinin üzerinde gezdirmişti. En sonunda Taehyung karşısındaki yüzünü kapatmış ağlayan bedene bakmayı kesip derin bir nefes almıştı. Kalan son enerjisini ona doğru yaklaşmak için kullanmış ve önüne geldiğinde bileğinden tutup ağlayan bedeni kendine çekmişti. Sarıldıklarında iki beden de tamamlanmış gibi hissetmişti. Sanki ihtiyaçları olan tek şey buymuş gibi, birbirlerine sımsıkı sarılmıştı ikisi de.
"Taehyung..."
"Şhh, buradayım işte. Sana ağlamanı istemiyorum demedim mi ben? Neden ağlıyorsun?"
"Taehyung..."
"Jungkook."
"Seni seviyorum. Sana bunu bir daha, bir daha söyleyemem diye öyle korktum ki..."
Herkes hüzünle sarılan iki bedene bakıyordu. Yein dayanamayıp çoktan tekrar mutfağa kaçmıştı. Hemen ardından Sujeong onu takip etmişti. Herkes teker teker odadan çıkmış ve Jungkook ile Taehyung'u yalnız bırakmışlardı. Onlar bunun farkında değildi, sarıldıkları zaman zaten çevrelerindeki her şeyden kopmuşlardı.
"Bir daha aynısı olacaktı. Eğer aynısı olsaydı yemin ederim daha fazla yaşayamazdım. Bir kere daha aynı acıyı kaldıramazdım Taehyung ben. Bir daha seni kaybedemezdim. Sen küllerinden yeniden doğdun ve ben seni tekrar kaybetmeye hiç hazır değilim, sevgilim."
Taehyung zar zor sarıldığı bedenden ayrılmıştı fakat tamamen uzaklaşmamıştı. Alnını karşısındaki ağlamaktan harap olmuş bedenin alnına yaslamıştı. Sadece yüzünü görmek istiyordu. Nedendir bilinmez, oradayken ve dayak yerken aklındaki tek kişi Jungkook'tu. Yüzünü görmeyi özlemişti, bunu şimdi anlıyordu. Onu bir daha göremeyeceğini sanmıştı oradayken ve bu onu çok korkutmuştu. Ne ara onu bu kadar önemser olmuştu bilmiyordu ama, hani derler ya; hep en zor zamanda ortaya çıkar duygular, öyle olmuştu sanırım. Bildiği tek şey, sadece Jungkook'u düşündüğüydü.
"Bir daha bensiz hiçbir yere gitmeyeceksin. Yalnız olmayacaksın asla, duydun mu beni? Yanında hep birileri olacak. Nereye gidersen haberim olacak-"
Taehyung birden dudaklarını karşısındaki bedenin dudaklarına bastırınca ve hemen geri çekilince, Jungkook afallamıştı. Haliyle sözü yarıda kesilmişti. Şaşkınca karşısında sırıtan yüze bakıyordu. Ne zamandır sahipsizdi onun dudakları? Ne zamandır bekliyordu bu ânı?
"Lütfen sana bir şey olmasın."
"Olmayacak. Merak etme, her şeyi halledeceğiz. Sonra çok mutlu olacağız. Sonsuza kadar mutlu yaşayacağız."
"Söz mü?"
"Söz veririm, bir şartla."
Jungkook başını eğmiş ve kaşlarını çatmıştı. Ne şartıydı bu? Söyleseydi işte, sadece söz deseydi ne olurdu? Gerçekten Tanrı'dan tek dileği Taehyung ile birlikte mutlu bir hayat sürmekti. Çok şey istemiyordu ki.
"Ne şartı Taehyung ya!"
Sinirli çıkarmaya çalıştığı sesinin karşılığında ufak bir kıkırtı doldurmuştu kulaklarını. Karşısındaki bedenin gözleri yavaşça dudaklarına kaydığında, Taehyung'un nefesinin teklediğini kendi gözleri ile görmüşdü.
"İlk kez böyle..."
"İlk kez öyle ne?"
"Doğru yerdeymişim gibi hissediyorum. Dudaklarım için en iyi seçenek seninkilermiş gibi. Saçlarımla oynayan tek kişi sen olmalıymışsın gibi. Kollarımın sardığı tek beden, senin bedenin olmalıymış gibi... Sanki kaderimde sen varsın Jungkook. Şimdi, şartıma gelirsek... Seni istediğim zaman öpebilir miyim? İstediğim kadar. İstediğim yerde. Sadece... hayatımda sen ol istiyorum. Benden asla gitmeyeceksin. Buna izin veremem. İşte şimdi ben de sana aşık olmuşken, burada bitmesine izin veremem..."
-
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ashes ★ taekook
FanfictionJungkook, sevgilisini acı bir şekilde kaybetmişti ama Tanrı ona bir şans daha vermişti. "Sen küllerinden yeniden doğdun ve ben seni tekrar kaybetmeye hiç hazır değilim, sevgilim." - texting [lowmeyz🌟]