Heartbreaker

90 15 3
                                    

Kimsin sen?
Nesin?

Dürüst ol ve söyle..

Kim olduğuna verdiğin cevaplar benliğinden mi yoksa sorumluluklarından mı fısıldanıyor zihnine?..

Neyi seversin mesela?
Bu soruya kalbinle mi yoksa aklınla mı cevap veriyorsun? Zira kalp neyi sevdiğine, akıl neyi sevmen gerektiğine odaklanır..

O halde cevap ver..

Kırmayı sever misin? Yıkmayı? Dökmeyi? İncitmeyi?..

Peki ya kuralları sever misin? Saklanmayı? Herkese karşı nazik, centilmen olmayı?..

Sevilmek kolaydır.. İnsanların istediği kalıba kendini zorla sokup herkesin alkışladığı o adam olmak.. Ailen de dahil herkesin istediği bir adama dönüşüp alkışlarla, övgülerle sevilmek sandığından çok daha kolaydır..

Peki ya..
Gerçek seni sevmeleri ne kadar kolay?..
Benliğinin kafesinden çıkmak isteyen bir kuş misali cıvıltılarını dinlettiğinde onları yanında tutabilir misin? Sana "mükemmel" diyen insanlara kusurlarını göstermeye cesaretin var mı?.. Onları kaybetmeye?.. ayıplanmaya? "Pislik bir insan" olarak bilinmeye?..
Sen bile gerçek seni sevebiliyor musun ki?..

Merak etme.. Nitekim Jung Kook da milyonlarca genç gibi senden biri. Henüz ne olduğunu, kim olduğunu bilmiyor. Hiç deneyimlemedi. Sormadı kendine. O ondan ne istendiyse onu oldu gittiği ortamların ilk günlerinde. Ama ne kadar dayanabilirdi ki? Bir zaman sonra isyankar kuşu kaçıyordu kafesinden. "Karışmayın bana" diyordu. Ne kadar tutmak için çabalasa da çoğu zaman ailesini kırıp, karşı çıkmasına engel olamadı.

Ailesi dışında onu tanımayanlar ise ne kadar uslu, utangaç bir çocuk olduğunu konuşurdu. Oysa o, sadece kaçıyordu..
Ama bunu kimsenin bilmesine gerek yoktu öyle değil mi? Zira kendisi bile henüz hiçbir şey bilmiyordu.

Asi bir kişiliği var. Sanki ortaya çıkarırsa ayıplanacakmış gibi köşe bucak kaçıyor. Kusurlarını göstermekten korkuyor, mükemmel imajının yerle bir olmasından.. onu sevenleri kaybetmekten korkuyor. O içinde ruhuna giydirdiği bu sahte kılıfın içinde benliğini bir kafese kapattı ve ne yapması gerekiyorsa onu yapıyor.

Derse zamanında giriyor, çöpleri çöp kutularına atıyor, odasını her gün düzenliyor, öğretmenleri ne derse ikiletmeden yapıyor. Bir insanın hayatta kabul edilmek, düzgün bir insan olarak bilinmek için ne yapması gerekiyorsa itinayla yapıyor. Oyunları en güzel şekilde oynuyor. Bu yüzden birincilikler hep ona ait.

Her şeyi özenle en olması gerektiği gibi yaptığından kaynaklı olmalı ki her şeyin en iyisini yapmakta üstüne yok. Bedminton için en iyi oyuncu olmayı bile başardı. Bundan dolayı olmalı ki uzun süre bunun hayaliyle yaşadı. Mükemmel bir Bedminton oyuncusu olmak.. İşte bu hayallerinin ötesindeydi..

Sanki ruhu bu oyunla huzur buluyordu. İnsanlara karşı içinde çurpınan kaba benliği ancak bu oyunda çıkıyordu meydana. Raketi topa sert bir şekilde vurup karşıya fırlatmak..

İçinde biriken tüm o kaba, sert adamın ortaya çıkıp bir raketin ağlarına kendini örerek ne isterse yapabildiği o bir kaç dakika onun için ruhsal ferahlık gibi bir şeydi.

On üç yaşında bir çocuğun tüm hırçınlığının acısını çıkardığı tek güvenli yeriydi o ağlar.. Bu yüzden en büyük hayaliydi o ağların arasında özgürce, kısıtlanmadan sonsuz başarıyı deneyimlemek.

Ta ki bu güne kadar..

Sadece bir kaç program seyretmek istemişti. Ama karşına çıkan ilk performansla öylece kalakalmıştı ekran başında. "G-Dragon Heartbreaker" performansı.. öyle yazıyordu ekranın alt köşesinde.

Dikkatle izledi.
Adamın sert bakışları, hareketleri koca göz bebeklerinin içinde yıldızlar yüzüyormuşcasına parıldamasına sebep oldu. Çok havalıydı..

O gerçekten yana attığı sarı saçları, gözlerinin altına sürdüğü eyeliner ile tam bir bad boy havasında çok etkileyici duruyordu. Aynı saç şeklini hayal etti kendinde. Yakışır mıydı?..

Onun gibi olsaydı neler olurdu?.. Badminton oyuncusu olmak istiyordu elbette ama..

Gözlerini sıkıca yumdu ve kendini bir kaç dakika o sahnede hayal etti;
Elinde mikrofonu, sert dansları ile yanında kız dansçılar ona "en erkeksi" havasını verirken sahnede böylesine alkışlandığını görmek.. mükemmel bir histi..
Derin bir nefes aldı. Bunu yaşaması ne kadar mümkündü? Sesi güzel miydi? Dans edebilir miydi? Ah hadi ama?! Yarın bedminton oynamak için hazırlanması gerekiyordu. Neler düşünüyordu böyle?!

Ekrandan kendi yansıması düştü algılarına. Daha on üç yaşında bir çocuktu o. Başkası olsa elbette ki bunu derdi peki o bunu algılayabilecek bir olgunluğa sahip miydi? Sadece olmak istedi. O adam gibi sahnede sert, havalı bakışları ve hareketleri ile alkışlanıp övülmek.. İstiyordu elbette ki ama.. ne yapacaktı? Nasıl yapacaktı?.. Koca gözleri tekrar ekrana düşmüş yansımasına kalktı.
Belki de ilk saçlarından başlamalıydı?..


***

Jung Kook için çok daha geriden başladık ama olsun. Kişiliğini daha olgun yaşlarda tanımlayamazdım. Zira o yaşlar kendini saklayabilecek bir olgunluğu içermiyor..:)

Her neyse umarım bölümü beğenmişsinizdir. Kısa oldu ama başka türlü yetişemiyorum. Ay Kuşağı'ndan farketmişsinizdir:))
Tamam tamam yakında ona da yeni bölüm atarım. Ama şimdilik bu kısa ve özensiz bölümle idare edin. Belki daha sonra gelir tekrar düzenlerim. Güzel yorumlarınızı bekliyorum:)
Yeni bölümde görüşmek üzere, şimdilik hoşça kalın, sizi seviyorum:)🌸

KATALİZÖRHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin