Bölüm 1

20 2 0
                                    

Bu hikayeyi yazarken korkmuyor değilim ama elimden gelenin en iyisini bu hikayeye yansıtmaya çalışacağım. Haydi başlayalım!

Vapur sonunda Heybeliada'da durmuştu. Kalabalık yüzünden minik adımlarla iskeleden geçerek sahildeki boş banklardan birine attım kendimi. Denizi her ne kadar da sevmesem de sesi, kokusu, varlığı huzur veriyordu. Çantamdan saç tokamı çıkararak saçlarımı bağladım ve telefonumu sessize alıp çantaya atarak yerimden kalktım. Adada Deniz Lisesi erkeklerinin sesi yankılanıyordu. Yine koşuya çıkmış olmalılardı. Çarşıya doğru ilerlerken ağzı kırık olan sokak köpeğini görünce gülümseyerek eğilip başını okşadım ağırca. Öğrencilerin sesi yakınlaşınca her zamanki markete çantamı bırakıp fayton yoluna baktım. Evet, geliyorlardı. Her hafta onlarla koşmak alışkanlık olmuştu sanırım. Öğretmen önümden koşarak geçince bende erkeklerin arasına katılarak koşmaya başladım. Eğer Deniz Lisesi kız öğrenci kabul etseydi sanırım ilk öğrencileri ben olurdum. Dil eğitimine ağırlık veren, her hafta adayı koşarak turlayan okul...

Heybeliada'da okuduğum sıralar koşmak benim için zor durumda kaldığımda, telaşlı olduğumda başvurduğum bir yoldu. Büyükada'daki koşu yarışmasını kazandıktan sonra bazı şeyleri kullanmanın ve geliştirmenin geleceği fazlasıyla etkileyebileceğini fark etmiştim. Bu yüzden sürekli koşuyordum, gün geçtikçe de hızlanıyordum.

Eskiden bu cennette yaşardım, annem ölmeden önce. O öldükten sonra babama ne kadar dirensem de taşınmıştık ve şimdi gürültü, çevre kirliliği içerisinde kısacası cehennemde yaşıyordum. Deniz Lisesi öğrencileri okula doğru koşmaya başladıklarında bende yolumu değiştirerek Ermeni okuluna doğru koşmaya başladım. Oraya giderken eski okulumun önünden geçtiğimde gözümde anılarım canlanmıştı. İnsan sahip olduğu bir şeyin değerini kaybedince anlar cümlesini şimdi daha çok anlıyordum. Bu okulda okuduğum zamanlar buradan neredeyse nefret ediyordum. Ama şimdiyse o kadar özlüyordum ki... Babama geri dönmek için her yalvarışımda oradan nefret ettiğimi öne sürmesi de bu yüzden beni deli ediyordu.

Ermeni okuluna girdiğimde bekçiye selam vererek biraz dolaşacağımı söyledim ve tavus kuşlarına hayranlıkla bakarak yürüme başlarken bacaklarımdaki gıdıklanmayla duraksadım. Adını kendi aramızda  'Charlie' koyduğumuz uzun tüyleri olan kahverengi köpeğe gülerek baktım. Tüm tatlılığıyla bana bakarak kendini sevdirmeye çalışıyordu. Eğilip başını yavaşça okşadığımda Charlie bir tarafa koşmaya başladı sanki bir şeye doğru gitmemi istercesine. Bu isteğini geri çeviremezdim tabi ki de. Peşinden koşarken ilerledim, biraz sonra durarak bir bana baktı, bir de okulun üç adayı görebilecek şekilde yerleştirilmiş bankta oturan çocuğa baktı. Onun bakmasıyla bende çocuğa baktım, resim çiziyordu. Sanırım manzara herkes gibi onun da ilgisini çekmişti.

Charlie koşarak onun yanına giderken bende sessizce tatlı köpeği izliyordum. Çocuk köpeği fark edince defterini ve kalemini bir kenara bırakıp kucağını açtı.

“Fıstık! Nasılsın bakalım?” dediğinde Charlie’ye koyduğu isimden dolayı istemsizce kıkırdamıştım. Ama suç benim değildi, Fıstık diye isim mi olurmuş yani? Çocuğun yerine oturup bende Charlie’yi sevmeye başlarken “Onun adı Charlie.” Dedim gülümseyerek. Kaşlarını çatarak suratımı inceledi ve omuz silkerek “Bana göre Fıstık.” Dedi.

Gözlerim istemsizce devrilirken önüme döndüm ve okulun manzarasına baktım. Bu okulda okuyan Ermeni erkekler gerçekten şanslıydı. Okulda yok, yok. Bu okulu ilk gezdiğim zamanı hatırlıyorum da, ağzım açık kalmıştı. Sonuçta içinde sera, tavus kuşu, arı kovanları ve mezarlar olan bir okulu ilk defa görüyordum. Bir de kütüphanesi vardı tabi.

Çocuk tekrar defterini aldığında ona döndüm ve elimi uzattım tanışma amacıyla.

“Bu arada merhaba, ben Ada.”

“Ömür.” Dedi elimi sıkmadan.

Ve bir öküz vakası daha. Her erkeğin öküz olması artık sıkıcı bir durum almıştı gözümde. Her şey iyi, güzel, hoş ama çok sinir bozucu oluyor. En yakın arkadaşım –eski en yakın desek daha doğru olur- ile beraber dizilerde genelde başrol erkekle yardımcı erkek oyuncu arasında seçim yapardık. Yardımcı erkek oyuncu kadının dilinden anlayan ve romantik olurdu ama kız onun yerine katıksız odun olan başrol erkeği seçerdi. Ve ben çoğu zaman romantik olan erkek için üzülürdüm, çünkü en çok o hak etmişti aşkı, en çok o kıymetini bilmişti.

Derin bir nefes alarak “Çok kibarsın cidden Ömür.” Dedim. Gülümsediğini hissedebiliyordum ama biraz ciddi görünmeye çalışıyordum. Onunla hala neden konuştuğumu bilmiyordum ama içimden bir ses konuşmam gerektiğini söylüyordu bana.

SÜKEDHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin